24 Aralık 2008 Çarşamba

Pilatese giden anne

Bir gün bir anne varmış, bıngıldaksız sıpalarını evde bırakıp pilatese gitmiş.

Sıpaların hepsi zaten atkafaymış, bi boktan anlamazlarmış... Anne onlardan da kazma olduğu için çocuklara bizzat terbiye vermek yerine evin bir köşesine yakalanırlarsa ateşe düşecekleri binbir tuzak kurmuş, öteki köşesine de çikolata, pasta ve göğüsleri yeni tomurcuklanmış Barbie bebekler koymuş, sonra çocuklara hiç görünmeden pilatese kıçını küçültmeye gitmiş.

Bu gerzek anne çocuklara eziyet çıkarmak için suyu açık bırakmış; evi su basmış, pencereleri de açık bırakmış; yağmur, kar, rüzgar... ne istersen içerde... Ayrıca çocuklar yesin diye bir lokma yemek bırakmamış, çocuklar gerizekalı olmalarına rağmen kastırıp yemek yapmayı öğrenmişler...

Bu çocuklar zamanla büyümüş, başlarının çaresine bakar olmuş... Ama anne dallaması bizzat kendi gelip yavrularını bağrına basmak yerine eve mektup göndermeye başlamış. Ama aralarından bir tanesini seçip ona göndermiş mektubu, hem de normal posta yoluyla falan da değil, birini tutmuş, ona söylemiş o kişi de çocuklardan biri yanlızken onun kulağına söylemiş sonra kimse görmeden gitmiş...

Anneden gelen laf kulaktan kulağa geçmiş, şekilden şekile girmiş... Çocuklar birbirlerine düşmüşler. Anneden gelen iletideki bilgi ile çocukların deneye deneye buldukları bilgiler çatışırmış hep... Bazı çocuklar "bu annemizden geldi" diye annevî mesajlara sarılmışlar hep. Çocuklar arasında hizip büyümüş, evin değişik yerlerinde yaşamaya başlamışlar... Anneden gelen mesajlara sarılan çocuklar kendi bokları içinde yüzmüşler sefil bir hayat yaşamışlar, ötekiler temiz ve düzenli bir hayat yaşamışlar.

Bu anne "ben sizi uyardım ayol!" diye cemkirirmiş bi de... Ağzını yırtarım ben o yellozun...

Dandik tasarım II

Sevgili Allah'ım... Birkaç sualim ve maruzatım olacak, affına sığınarak...

Hani sen bizi kusursuz bir tasarımla yaratmışın ya, ben araştırdım, bir sürü kusur buldum yine... Kusur hafif kalır bunlara; çok ciddi açmazlar hatta paradokslar. Biliyorum sen bizi takmazsın, yanıt felan vermezsin ama ben deneyeyim yine de...

1. Oksijen başımıza bela diye mi yarattın?
Canlıların büyük bir çoğunluğu yaşamak için oksijen almaya mecburdurlar. Ancak vücutlarına aldıkları oksijen onların için zehirlidir; oksijen iyonları, serbest radikaller ve organik/inorganik peroksitler boşta kalan valanslarını doldurmanın gazıyla narin bedenimizde terör estirirler. Protein, lipid ne bulurlarsa saldırırlar. DNA'ya bile zarar verirler... Bu zehirli oksijen formları yüzünden kanser oluruz.

Bu aşırı reaktif oksijen formları aksi gibi bir de işe yararlar... Yani yanlışlıkla oluşanı olduğu gibi bir de hücrede sinyal iletmek için kasten üretilenleri var, bir yandan yaraların iyileşmesinde görev alan zehirli oksijen formları bir yandan kalp krizi ve kanser dahil pek çok soruna yol açar...

Allah'ın sevgili kulları bu yazıyı okurken vücutlarında zehirli oksijen formları oluşuyor ve onlara zarar veriyor... Hatta belki bir tanesi şu an geri dönüşsüz bir zarar aldı...

Peki bu reaktif oksijen formları ile nasıl başa çıkacağız? Antioksidanlar var... Süperoksit dismutaz, hidrojen peroksidaz, katalaz vs. enzimler var... Ama bunlarda %100 başarılı değiller... Askorbik asit (C vitamini) ve tokoferol (E vitamini) gibi moleküller de antioksidan görevi yapıyorlar.

Peki vücudumuzdaki en etkin antioksidan nedir? Sıkı durun... Ürik asit! Fazlası beter eder bunun da... Yine tehlike...

Oksijene karşı kendimizi asla tam olarak koruyamayız, oksijen solumak zorundayız, o da reaktif formlara girmek eğiliminde... Yaşlanmanın en önemli etkenlerinden biri aldığımız nefesteki oksijen... Bu duruma metabolik paradoks diyoruz.

2. Güneş hayır mı, şer mi?
Yaratılışcılar dünya güneşe azıcık yakın olsa Güneş bizi yakar öldürürdü diye dır dır konuşuyorlar...

Ama...

Güneş şimdi de bizi öldürüyor zaten, yakın olmaya gerek yok... Hem de yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara öldürüyor.

Güneşin faydalarını sıralamayacağım, biliyoruz ki dünya üzerindeki hayatın çok büyük bir kısmı güneşe doğrudan bağlıdır. Ama bu Güneş morötesi vs. ışınları ile bizi öldürmek için çabalamasa olmaz mıydı?

Güneş, yaşlanmamızdaki en önemli etkenlerden biridir. Derimizin yaşlanmasında ise en önemli etkendir. UV, iyonlaştırıcı ışımalar vs. Bu güneş Allah ne verdiyse tepemize salarak bizi erken yoldan gebertmeye çalışır durur... Ama bir yandan olmazsa olmaz...

3. Kendi kendimi yedim bitirdim
Allah'ım vücut kendini savunsun diye bağışıklık sistemi yapmışsın, iyi güzel de bu bağışıklık sistemi niye bizi öldürmeye çalışıyor? Canlı kendi içinde neden kendine savaş veriyor?

Romatoid artritden tut şizofreniye kadar bir ton otoimmün hastalık neyin nesi? Madem süper tasarım yaptın, mikropları vs. öldüren sistem koydun içime azıcık özenseydin de hedefi şaşırıp bana saldırmayasaydı ya bu sistem! Hatta o sistemi mecbur kılan mikrobuydu, virüsüydü, poleniydi... tüm bunlar en başta niye yarattın? (Otoimmün hastalıklar vücudun savunma sisteminin vücuda saldırmasıdır, bir ülkenin askerlerinin kendi vatandaşlarını yok etmeye çalışması gibi bir durum.)

Bunlar imtihanın parçası olamaz, bariz dandik bir tasarım var ortada... Ben nasıl kontrol edecem kendi immün sistemimi? Ne imtihanı? Hadi şehvetimizi kontrol ettik; zina etmedik ama immün sistem nasıl kontrol edilir?

Akıl verdik, tedavi bul diyeceksin ama 2008 yılında hala bulamadık... Binlerce nesil, milyarlarca birey ızdırap çekti ve çekmeye devam ediyor... Bu mu senin yapacağın tasarım?

4. Alkol haramsa neden içimize alkol fabrikası kurdun?
İçki içmesek bile kanımızda hep içkide bulunan etil alkolden bir miktar var... Nedeni içimizdeki bakteriler... Bunları çıkarıp atmak mümkün değil, beraber takılmak zorundayız, ama bu çakallar fermentasyon ile alkol üretip duruyorlar...

Alkol içmek haram, o ayrı mevzu da müslümanın alkol üretmesi de yasak değil miydi? Neden dalga geçer gibi içimizde alkol ürettiriyorsun?


Canlılığın akıllı tasarım olduğuna inanan arkadaşlar!
Bu saydıklarım denge durumlarını ifade etmiyorlar, aksine paradoks durumlar... İnsanların bunlarla baş etmesi çok güç. Belki ileri de metabolizmamıza müdahale edip daha etkin çalışması için değişiklikler yapacağız ama şimdilik iki arada bir derede elimizde iki ucu boklu değneklerle yaşamak zorundayız.

Lafı uzatmamak için uzun uzun hastalıkları, oksijenin ve güneşin zararlarını vs. yazmıyorum. Laf yetiştirmeden önce kaynakları okuyup anlamaya çalışın. Metabolik paradoks lafını da ben uydurmadım. Şimdilik dört tane yazıyorum, bunlara süper yanıtlar verirseniz daha da yazarım... Şimdilik bunları bir açıklayın bakalım...

Saygılar, sevgiler
Bilgehan


Kaynaklar
1. madde
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/7035210?dopt=Abstract
http://en.wikipedia.org/wiki/Antioxidant
http://en.wikipedia.org/wiki/Oxidative_stress
http://en.wikipedia.org/wiki/Reactive_oxygen_species

2. madde
http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/skinaging.html
http://www.skincarephysicians.com/agingski...basicfacts.html
http://dermatology.about.com/cs/beauty/a/suneffect.htm

3. madde
http://en.wikipedia.org/wiki/Autoimmune_disease

4. madde
http://en.wikipedia.org/wiki/Alcohol#Endogenous

"Bilmiyorlar, o halde Allah var"

Mefenamik asit diye bir ilaç var; nonsteroid anti-enflamatuar bir ağrı kesici... Diş ağrıları ve adet sancıları için yaygın olarak kullanılar bir ilaç. Meşhur Ponstan...

Mefenamik asidin enflamasyonu nasıl giderdiği ve rahimdeki kasılmaları nasıl azalttığı bilinmiyor, yani mekanizması henüz açıklanmış değil, fakat prostaglandin sentezini inhibe ederek (engelleyerek) etki gösterdiği düşünülüyor.

Bu Ponstan çok yaygın, çok işimize yarıyor... Ama nasıl çalıştığını bilmiyoruz.

Şimdi soruyorum size mefenamik asidin etki mekanizması Allah'ın bir hikmeti midir? Bu mekanizmayı Allah mı yönetir? Allah bu ilacın vücudumuzda etki yapması için bizzat müdahalede mi bulunur?

Tabi ki hayır... Bir biyokimyasal etkileşim söz konusu ancak şu ana kadar ne olduğunu açıklayabilmiş değiliz. Ama açıklayamasak da kullanmaya devam edeceğiz, zira mekanizmasını bilmesek de etkilerini biliyoruz.

Burada vurgulamak istediğim konu şudur; bilmediğimiz şeylerin ardında Tanrı aramak saçmalıktır. Bilimin her boşluğuna Tanrı'yı (ya da tanrıları) sokuşturmak akıllıca bir iş değildir.

Üniversitedeyken gerek kendi alanımla ilgili, gerek biraz gelir elde etmek için çevirdiğim çok sayıda makaleyi okurken en sevdiğim, en heyecan duyduğum bölümleri "remains unclear", "controversy exists that..." kısımlarıydı, Yani bilinmeyen ve tartışmalı olan kısımlar... Bilimin en sıcak konularıdır bunlar, cephenin ön saflarıdır bunlar...

Bilim dünyasında bilmediğimiz şeylerden nefret etmiyoruz, bilinmeyen şeyler daha cazip. Hiçbir bilim adamı nedeni bilinmeyen oluşlar hakkında 'bunların ardında Tanrı var' diye düşünmez. Bilinmeyen konulara getirilecek açıklamaların nasıl açılımlar yapacağını düşünür. Bu arada bilgisi dahilinde tahminler yürütür. Bazen bu tahminler doğru çıkar, bazen yanlış... Tahmini yanlış çıktığında bilime küsmez, doğru açıklamayı getiren bilimadamlarını karalamaya kalkmaz. Tabi kendi tahminini savunmak için gerekçelerini öne sürer, bir tahminin doğrulanması binlerce bilimadamının onayı ile olur.

Bilim değişmez tek bir mutlak doğrunun peşinde değildir, dinler gibi söyleminin ardında durmak için çarpıtmalar yapmak zorunda kalmaz. Yanlışlara da saygı duyulur, eksik açıklamalara da... Bilim dünyasında kabul görmeyecek, tutunamayacak şeyler çarpıtmalar ve dayatmalardır.

Bilimin kıymetini anlamak için insanlığın nereden nereye geldiğine bakmak gerek... Bilim bize neler sağladı? Yüz yıl önce ne kadar bilgimiz vardı, şimdi ne biliyoruz... Yüz yıl öncesinin en ateşli konuları, "cutting edge" bilimi günümüzde ilköğretim kitaplarına girdi, artık çocuklara öğretiyoruz.

Bu konuda kişisel bir örnek vereyim; ben gitar çalışıyorum, bazen ağır çalışmalarda bıkkınlık geliyor. O zamanlarda biraz eskilere dönüp örneğin 3 yıl önce çalışıp o dönemde ağır gelen parçaları çalıyorum, çocuk oyuncağı gibi geliyor. Çalışmaya devam edersem şimdiki egzersizlerim de bir süre sonra kolay gelecek deyip moral buluyorum.

Bilim konusunda da böyle düşünmenizi salık veririm; şu an bilemediklerimizi bizim çocuklarımız ilkokul çağında öğrenecekler. Burada önemli nokta bıkmamak, yılmamaktır. Yöntem doğrudur ve meyvelerini vermiştir. Bilimin yanıt veremediği sorular karşısında "bak işte yanıt veremediler, o halde Allah var; bırakın bu işleri Allah'a yönelin" demek yapılabilecek en büyük hatadır.

Saygılar, sevgiler
Bilgehan

İnsan dediğiniz nedir?

Sizce insan nedir? İnsanı özel kılan nedir?

Aklı mı? Konuşuyor olması mı? İki ayak üzerinde yürüyor olması mı? 5 adet aquaporin kopyası taşıyor oması mı?

Akıldan başlayalım; eğer insanı insan yapan aklı ise zeka özürlüler insan değil mi? Hepimiz bebek yaşlarımızda bir hayli 'gerizekalı'ydık. İnsanlar büyüyüp akılları başlarına gelince mi insan sayılıyorlar?

Konuşma konusuna gelelim, konuşamayan insanlar var... Konuşamayan insan değil midir?

2 ayak üzerinde yürüyemeyen yetişkinler var; Türkiye'de yaşayan bir ailenin durumunu okuyun önce...
http://www.physorg.com/news11499.html
http://news.softpedia.com/news/Backward-ev...urs-19343.shtml

Şimdi bu insanlar 'insan' değil mi?

Ayrıca bazısı bir kaza ile, bazısı genetik bir rahatsızlık ile iki ayak üzerinde yürüme yetisini kaybedenler var... Ayrıca emeklediğiniz günleri de unutmayın! Herkes hayatının bir dönemini 4 ekstremite üzerinde geçiriyor.

Sizce insan nedir? Zeka özürlülere insan hakkı vermeyelim mi?

Ayrıca insan bir yavrusu zekasında insansımaymunlar var. Yani konuşamasalar da konuşma ve/veya işitme engelli insanların kullandığı işaret dilini öğrenip insanlarla ve birbirleri ile çok güzel iletişebiliyorlar.

4 yaşında bir çocuk düşünün... Zekası tam gelişmemiştir, ama o çocuğa hala insan deriz. Peki aynı becerilerdeki bir kuzenimize neden insan demiyoruz?

Doğadan kurdu aldık ve davranışı farklı bir hayvan olan köpeğe çevirdik, aynı şeyi şempanzelere yapsak; en zeki olanları seçerek ıslah çalışmasına gitsek daha zeki şempanzeler 'yaratamaz mıyız?'

Eğer duymadıysanız şimdi öğrenmiş olun; İspanya parlamentosu insansımaymunlara insan hakları verdi!
http://www.guardian.co.uk/world/2008/jun/2...ed=networkfront

İnsanı canlılar arasında 'mübarek' bir yere koyanlar genelde insanın akıllı olduğundan dem vururlar... E o halde daha akıllı olana daha insandır, yoksa bu konuda bir eşik değer mi belirlediniz? Belli bir seviyeyi aşan mı insan oluyor?

Üstün zekalı insanlar var, eğer siz normal zekalı iseniz o insanları kendinize göre daha mı üstün sayıyorsunuz? Eğer insan olma kıstasını zeka ise onlar ve siz aynı tanıma nasıl girebilirsiniz!

Bu durumda insan hakları ne oluyor... Delta alalım... Bir dahi ile normal insan arasındaki farkı düşünün, bir de normal insan ile bonobo arasındaki farkı...

Şimdi dahiler sizi insan sayıp, adam yerine koyup ona göre davranıyorsa sizin de bonobolara insan gibi davranmanız gerekmez mi?

Bir şempanze ile fizyolojimiz o kadar benzer ki birimiz Intel Quad Core, diğerimiz Dual Core işlemci gibiyiz. Neredeyse herşeyimiz aynı, ama size göre onlar hayvan, biz insanız!

Sorumu tekrarlıyorum; insan dediğiniz nedir?

Saygılar, sevgiler
Bilgehan

12 Ekim 2008 Pazar

Yaratılışcılara sorular: Evrim yok diyenler önce bunları yanıtlasın

Evrim konusunda hep yaratılışcılar sordu, biz yanıtlamaya çalıştık. Şimdi biraz rolleri değişelim. Evrime karşı çıkanlar bu sorulara yanıt versinler. Yaratılış teorinizle bunları açıklayın bakalım... Madem "evrim yok, tüm canlıları Allah şimdiki halleri ile yarattı" diyorsunuz, buyrun size sorular, istediğinizden başlayın, kopya çekmek serbest.

1. Allah neden bunca zaman bekledi?
Sizce Allah, Evren'i 13.7 milyar yıl önce
[1], Dünya'yı 4.55 milyar yıl önce[2][3] ve Dünya'daki yaşamı 3.7 milyar yıl önce [4] yaratıp bizi bu dünyaya koymak için neden bu kadar bekledi? Allah'ın alemleri onun nuru için yarattığı son peygamber Muhammed Dünya'ya 1400 yıl önce geldi.

1400 yıl... Yani evren yaratıldığından beri geçen sürenin %0,00001'i. Yani on milyonda biri...

İnsanların ataları Afrika'da taş araç gereç yapmaya 400.000 yıl önce başladı.
[5][6] İnsanlık tarihine 400.000 yıl desek Allah habibi Muhammed'ini son %0.35'lik süre içinde göndermiş oluyor.

2. Allah oksijen yaratamıyor mu?
Allah insanların ve diğer oksijen solunumu yapan canlıların yaşabilmesi için atmosferi neden peşinen oksijenli olarak yaratmadı da siyanobakteriler ve mavi-yeşil algler gibi fotosentetik canlılara ürettirdi?
[7] Allah direk oksijen yaratamıyor mu? Bizi çamurdan yaratan Allah'ın, ol deyince alemleri yaratan Allah'ın oksijene mi gücü yetmiyor?

3. Allah canlıları neden basitten gelişmişe göre yaratıyor?
Allah neden;
4 milyar yıl önce prokaryotları,
3 milyar yıl önce fotosentez yapan bakterileri
2 milyar yıl önce ökaryotları,
1 milyar yıl önce çok hücrelileri,
600 milyon yıl önce basit hayvanları,
570 milyon yıl önce artropodları (böcek, örümcekler ve kabukluların ataları)
550 milyon yıl önce gelişmiş hayvanları
500 milyon yıl önce balık ve ilkel amfibileri
475 milyon yıl önce kara bitkilerini,
400 milyon yıl önce böcekleri ve tohumu bitkileri,
360 milyon yıl önce amfibileri,
300 milyon yıl önce sürüngenleri,
200 milyon yıl önce memelileri,
150 milyon yıl önce kuşları,
130 milyon yıl önce çiçekli bitkileri,
2.5 milyon yıl önce insan benzer ilk canlıları,
200,000 bin yıl önce günümüzdeki insana çok benzeyen canlıları yarattı?
[8]

Allah neden bu sırayı takip etti? Canlıların DNA'larına baktığımızda bu sırayı yine görüyoruz. Yani fosil kayıtları ile genetik veriler %100 uyumlu. Allah bizi yaratmak için neden ilkel canlılara ihtiyaç duydu? Biz İrem bağında topraktan yaratılmamış mıydık?

Neden kertenkelenin geni aynen bende de var? Neden pirinçle hatta bakteri ile bile ortak gene sahibiz? Biz Dünya'da yaratılmadığımıza göre bizim biyokimyamız neden tüm canlıları ile aynı prensiplere dayanıyor? Genetik materyal aynı, enerji sistemleri aynı.... Mesela ATP evrensel enerji molekülü... Ama neden?

Neden yunusun yüzgeci, kablumbağanın ayağı ve insanın eli aynı kemik diziliminde?

Neden Allah bizi ahseni takvim yaratmış da, bonoboları, şempanzeleri, gorilleri, maymunları bize bu derece benzer yapmış? Bu hayvanlar neden bu derece bize benziyor? Genetiğin %99 felan demeyeceğim... Öyle ama şimdilik bir kenara bırakalım... Hiç şempanze eli tuttunuz mu? Allah'ın derdi neydi de cennete yarattığı insan ve dünyada yarattığı hayvan bu derece benziyor? Allah tasarım kabızı mı? Yoksa evrimi düşünüp kendini inkar edelim de cehenneme düşelim mi istiyor?

4. Allah neden yok edeceği türleri yarattı?
Diyelim ki önceki sorulara ?Allah'ın dünyayı yaratma tarzı böyle, o canlılar vesile olmuş? deyip kıvırdınız. Peki Allah Mesosaurus gibi canlıları neden yarattı?
[9]

Mesosaurus denize dönmüş bir sürüngendir. Allah bu hayvanı yaratmış ve sanırım insanların imtihanında gereksiz görüp sonradan yoketmiştir.

Bu canlı gibi milyonlarca türün nesli tükenmiş. Allah 3.7 milyar yıldır yarattığı canlı türlerinin %99'unun yokolup gitmesine neden izin verdi? Ya da neden yarattı?

5. Allah Neanderthallerden neden vazgeçti?
Bize çok benzeyen, bizim gibi akıllı olan, alet yapan, resim çizen, yaralanmış yakınlarına bakan ve iyileştiren Neanderthaller vardı, ama 25,000 bin yıl önce Allah galiba sahneyi bize bırakmak istedi ve onları öldürdü.
[8] Neden? Allah zavallı Neanderthal kardeşlerimizden ne istedi? Onların insan ile aynı tür olmadıklarını çok iyi biliyoruz [10], ama o dönemde yaşayan insanlar gibi akıllı olduklarını hatta konuşabildikleri söyleniyor [11]. Acaba Allah bizi Adem ile Havva'dan Neanderthalleri de başka bir atadan mı yarattı? Onlar da cennette mi yaratıldılar? Onlarda yasak ağaç yüzünden mi cennetten atıldılar?

6. Allah düzgün çalışan bir DNA kopyalama sistemi yapamaz mı?
Canlıların genetik materyalı RNA yada DNA'dır. Örneğin bizde DNA var. Bu DNA her hücre bölünmesinde kopyalanır. İşte bu kopyalamayı en düzgün yapan enzim bile her kopya da 3'ten fazla hata yapar.[12] Bazen iyice saçmalar. Bizdeki yine iyi, sağlama mekanizması felan var, bazılarındaki büsbütün paspal. [13] Allah evrimleşelim diye bile bile hata yapan bir kopyalama mekanizması mı gelişirmiş?

7. Allah bizi kurda kuşa yem olalım diye mi yarattı?
Allah'ın bizim için imtihan alanı olarak yarattığı dünya'da neden bize rahat yok? Bakterisi, virüsü, asalak kurdu, sivrisineği, timsahı, köpekbalığı hepsi peşimizde... Bu nasıl imtihan alanı? Nefsimizle mi uğraşacağız yoksa bu çakallara yem olmayalım diye mi uğraşacağız? Köpekbalığından kaçtık diyelim, girmedik alanına, hiç bulaşmadık, ama virüsler heryıl değişip saldırıyor ve can alıyor. Bazılarının hiçbir kurtuluşu yok. Kesin ölüm... Bu ne? Allah dalga mı geçiyor?

8. Allah düzgün bir dünya yaratamıyor mu?
- Yer sallanır durur; deprem olur...
- Kocaman dalgalar gelir; yüzbinleri yutar...
- Güneş her saniye yüklü parçacık gönderir; kanser yapar...
- Şimşek düşer; ormanları yakar... Hatta insanların bile tepesine düşer bazen...
- Kara kış olur; öldürür... Yazın ateş olur; yine öldürür...
- Yanardağ patlar, hem yakar hem zehirler...
- Göktaşı düşer, toplu katliam yapar, milyarları yok eder.
- İklim 10.000 yılda bir takla atar...
- vs. vs.

Dünya'nın derdi bitmez... Bu ne biçim imtihan alanı? Bu saydıklarımla baş etmenin yolu yok ki... Şimdi siz "aklını kullan, bilimle uğraş, teknoloji geliştir" diyeceksiniz... Bilimle uğraşanlar da Allah yok diyor. Bu nasıl iş?

Bin tane daha soru yazarım... Neden alkol aldığımızda önce dengemizi yitiriyoruz, aşırı alkol aldığımızda solunumuz bloke oluyor? Bu anlayana güzel bir soru aslında... Sinir sisteminin kökenini gösterir alkole tepki basamakları... Ya da neden uyuyoruz ve neden çoğumuz gece uyuyoruz? Bu da sinir ve hormon sistemimizin evrimi konusunda ipuçları verir...

Ama siz bunlarla bir başlayın bakalım... Gerisini sorarım bunlardaki performansınıza göre...

Saygılar, sevgiler
Bilgehan


Not: Yaratılışcıları renkli resimli şeyleri sever diye resim de topladım konuya ilgili... Yaratılış Atlaslarından felan sonra yabancılık çekmeyin, bizde de var resim...

Evrenin formasyonu



Maviyeşil algler




Evrimsel Zaman



Canlılarda kol, bacak, kanat ve yüzgeç görevi gören kökendeş yapılar




Mesosaurus





Neanderthal




----------------------------------------------------------------------
Referanslar:
[1] http://map.gsfc.nasa.gov/news/
[2] http://sp.lyellcollection.org/cgi/content/abstract/190/1/205
[3] http://www.talkorigins.org/faqs/faq-age-of-earth.html
[4] http://www.ucmp.berkeley.edu/exhibits/historyoflife.php
[5] http://en.wikipedia.org/wiki/Acheulean
[6] http://en.wikipedia.org/wiki/Archaic_Homo_sapiens
[7] http://en.wikipedia.org/wiki/Paleoatmosphere
[8] http://en.wikipedia.org/wiki/Timeline_of_evolution
[9] http://en.wikipedia.org/wiki/Mesosaurus
[10] http://en.wikipedia.org/wiki/Neanderthal
[11] http://en.wikipedia.org/wiki/Origin_of_language
[12] http://en.wikipedia.org/wiki/DNA_replication
[13] http://en.wikipedia.org/wiki/RNA_virus

11 Ekim 2008 Cumartesi

Neden hiç kadın peygamber yok?

Olayın genetik temelerini açıklıyorum; Y geninde PDF diye bir kısım var... Prophet Defining Factor yani...

Bu genin bir GRE kısmı var. Yani Gabriel Response Element... İnaktif durumda bulunan PDF, GRE tetiklemesiyle aktifleştirilir. Bu genin ürünü DIP (Delusion Inducing Protein), BLIP (Blatant Lie Induction Protein), SR (Sanity Reductase) ve en önemlisi ARAP (Atrocity/Rape Activation Protein) gibi proteinleri sentezleyecek DNA kısımlarını uyarır. PDF'nin (Prophet Defining Factor) mekanizması gösterilememekle birlikte bazı vakalarıda testosterone sentezini arttırdığı görülmüştür.

Ramazan felakettir!

Ramazan ayı felakettir!
Ramazan ayında müslümanlar gün doğumundan gün batımına kadar aç ve susuz kalarak kendileri ve çevrelerindekilere işkence ederler.

Ramamazanda müslümanlar gerginlik yaratırlar
Ramazan ayında en çok duyacağınız laf "küfrettirme lan beni oruç ağzımla"dır. Aç, susuz, sigarasız kalan müslümanlar stres yüzünden etraflarında terör estirirler. Özellikle trafikte bu çok büyük problemler çıkarırlar. Akşam saatlerinde hepsi evlerinde gitmek üzere yola çıkar trafiği de kitlerler. Okulda, işyerinde her yerde tatsızlık çıkarmak üzere fırsat kollarlar...

Ramazanda baskı ve şiddet artar
Müslümanlar kendilerine yaptıkları işkenceyi başkaları da kendilerine yapsın isterler. Oruç tutmayanları öldürebilirler.

Ramazanda dini mastürbasyonun dozu artar, her taraf ilahi, ezan, kuran, hoca, hacı vs. dolar. Şerefsiz basın ve televizyonlar ramazanda müslümanların mastürbasyon yapmasına yardım ederler. Ramazan İslam şövenizminin doruk yaptığı aydır.

Ramazanda gece uyku uyutmazlar
Gece yarısı davul çalmak gibi manyakça bir iş ancak müslümanların marifeti olabilir. Hiçbir bahanesi olamaz, ramazan bir ilkelliktir, herkese rahatsızlık verir.

Ramazanda iş verimi düşer
Açlıktan beyni çalışmayan yarı uyku halindeki müslümanların işte ve okulda verimleri düşer. Zaten bir halta yaramazlar, ramazanda iyice sıfıra vururlar.

Ramazanda duygu sömürüsü zirve yapar
Yardım kampanyası ayağına, camiye kuran kursuna yardım ayağına para toplama işler artar. Paraların nereye gittiği belli değildir. Televizyonlarda sefil halde zavallı insanları gösterip para toplarlar. İslami holdinglerle ip atlarlar.

Ramazanda fiyatlar tepe yapar
Müslümanlar, ramazanda tüketim çılgınlığı yaşadıkları için fiyatlar ramazanda tepe yapar. Kendileri de müslüman olan esnaf ve market sahipleri fiyatlara ayar çekerek ramazanda kar marjlarını yükseltirler.

Oruç sağlıksız beslenme demektir
Günde 5 veya 6 defa küçük öğünlerle beslenmek ve günde en az 2 litre suyu dengeli olarak tüketmek gerekir. Müslümanlar ramazanda iki öğün yerler ve her öğünde midelerini tıka basa doldururlar. Bunu anımsattığımızda "peygamberimiz midenin üçte birini yemek, üçte birini su ile doldurun, çok yemeyin vs vs. demiş" diye savunmaya geçerler. Bunu uygulayan yoktur, ayrıca midenin üçte biri nasıl ölçülür bilen yoktur, hepsi yalandır.

Daha pek çok şey sayabilirim. Ama unutuyorum artık yavaş yavaş... Türkiye'deki iğrenç ramazan atmosferini uzun süredir yaşamıyorum, bir daha da yaşamak istemem.


Oruç tutmayın, derhal dinden uzaklaşın,
Bilgehan

Aşk, sevgi ve cinsellik

Seksin temeli gen alışverişidir. Bakteriler bile gen alışverişi (yani seks) yaparlar.

Ama tek hücrelinin biri birgün bölünmüş sonra biri erkek biri dişi olmuş değildir. En ilkel sex bir DNA fragmentinin bir hücreden diğerine aktarımı şeklindedir. Burada bir bakteri diğer bakteriye aşık felan olmuyor. Arzu diye birşey yok... Moleküler etkileşimler sonucu aralarında bir köprü oluşuyor ve DNA aktarımı gerçekleşiyor. Hatta laboratuvarda bakterilerin sex sırasında rahatsız edip dururuz, bu sayede bir birlerine aktardıkları genetik bilgilerin haritalarını çıkarırır. Sex sırasıda rahatsız etme; belli zaman aralıkları ile bulundukları kabı çalkalama... Böylece aralarındaki köprü kopuyor.

Cinselliğin sağladığı evrimsel avantajlar vardır; DNA tamiri, genetik çeşitlilik gibi...

Evrimsel gelişimimizde bizim için cinsellik üremenin tek yolu olmuştur. Artık eşeysiz üreyemiyoruz. Pek çok canlı eşeysiz üreyebilir ama biz üreyemeyiz. Bu yüzden bizim için üreme sex demek... İşte bu nedenle bizim cinselliğe istekli olmamız gerekiyor. Yani evrimsel süreç içinde cinsel arzuları azalmış bir grup çiftleşemez, çiftleşemezse genleri aktarılmaz ve cinsellik konusunda istekli olmayanlar elenir gider.

Yani biz en ateşli aşıkların, sex konusunda en isteklilerin soyuyuz.

Bizim sex konusundaki istekliliğimiz, azmimizin temelinde bakteride olduğu gibi moleküler etkileşimler yatar. Aşık olmak da, orgazm olmak da moleküllerin marifetidir.

Bizde cinsellik zekamızın sayesinde başka bir şekil almıştır. Biz cinselliğe, karşı cinse düşkünlüğümüze anlamlar yüklemişiz.

Bu yeni anlamların da evrimsel faydaları olmuş. Cinselliği ve üremeyi kendi çapımızda kutsallaştırmışız ve bize büyük avantajlar sağlamış. Zira aileyi icad etmişiz bu sayede. Aile ise çocuk bakımı demek, toplumsal yaşam demek... Bu da zekanın evrilmesine çok büyük katkı sağlamış.

Bizim aşk dediğimiz, tutku dediğimiz, çekicilik dediğimiz şey reptil beynimizin bize oynadığı güzel bir oyun sadece. Oyunu çıkıp dışarıdan izleyince anlıyorsun ama kendi tutkuların söz konusu olduğun içinde dönen moleküler entrikanın farkına varamıyorsun.

Aşkı, sevgiyi "ilahi" nimetler olarak değil, insan olmanın sonuçları olarak görürsen daha mantıklı çıkarımlar yaparsın.

Birine aşık olan bizzat sensin, anneni seven sensin; bir başkası değil... Buna neden olan senin vücudun ve adı üzerinde vücut senin, çünkü sen vücudunsun...

Bazılarının atom yığını diye beğenmediği, bazılarının "et" diye aşağıladığı vücut bizzat sensin ve sevgiler, tutkular, erdemler ve tüm güzellikler senin içinden geliyor. Sen bunlara sahip çıkmak yerine "nefs" bana aittir, güzellik Allah'tandır dersen vücuduna nankörlük etmiş olursun. Sevgi, aşka Allah'tan dersen kendine ihanet etmiş olursun.

Bir ateistin en büyük sorumluluğu

Bir ateistin en önemli sorumluluğu kendine karşıdır. Bir ateist kendi kişisel gelişimini sürdürmeli, donanımını arttırmalıdır. Peki neden?

Ateistin karşısında çok büyük güçlükler vardır;
- Zor anlarında sığınacağı bir tanrısı yoktur, dua edemez, yardım bekleyemez

- Ölümden korkmamayı öğrenmesi gerekir. Bunu hazmetmek gerçekten kolay değildir.

- Haksızlıklara karşı beddua edemez. "Allah belalarını verecek nasıl olsa" diyemez. Eğer bir haksızlık karşısında samimi olarak endişe duyuyorsa bizzat eyleme geçmek zorundadır. Bu yüzden sorunları iyi analiz edecek bir düşünsel yapıya sahip olmalıdır. Zira yanlış koyulmuş teşhisler sadece bunalıma yol açar. İnsan kendini çıkmazda hisseder.

- Doğayı tanımak ve kabullenmek zorundadır. Hayat acıdır, acımasızdır. Ölüm, evrimin vazgeçmediği bir enstrümanıdır. Evrim ölümsüz canlılar tasarlamaz. Evrimin temeli doğanın seçmesidir. Birbirlerini eze eze, öldüre öldüre hayatta kalabilmiş olanların soyu olmayı kabullenmek ve hazmetmek gerekir. En ağırı budur. Hümanizme buruk bir gülümseme ile baktırır bu gerçek...

- Sevgi, bağlılık, aşk, tutku ve erdemlerin kaynağını nerede arayacağını bilmesi gerek. Bu konuda en ufak bir şüphesi olmamalı. Yani insanın evrildiğini kabul edip sonra sevginin kaynağını ilahi, spiritüel vs. nedenlere bağlayan biri ateist olamaz.

- Ateizm insanın kendisiyle mücadelesi sonucunda ulaştığı bir noktadır. Ateistliğini ideolojisinden alan biri ateist olamaz. Bir doktrine inanıp onun gereğince tanrı kavramını reddeden biri tanım olarak ateist sayılsa da gerçekte ateist değildir. Önce bir dine bağlı olup sonradan ateist olmak bir iç hesaplaşmanın sonucudur. Bu hesaplaşmayı herkes kişisel olarak yapmak zorundadır. Ateizm bir kabul değildir. "Tanrı'yı bir reddedelim, sonra neden reddettiğimizi düşünürüz" şeklinde bir düşünce hastalıklıdır.


Tüm bu güçlükleri düşündüğümüzde bir ateistin ayakları yere basar bir hale gelebilmesi için kendini geliştirmesi gerektiğini görürüz. Kendi düşünce bütünlüğünü oluşturamamış birinin başkalarına faydası olamaz.

- İdeolojisi emretti diye ateist olanlar
- Takdir ettiği, sevdiği bilim adamı ateist diye ateist olanlar
- Umutsuzluktan, psikolojik sarsıntılardan dolayı ateist olanlar
- Cool olmak için ateist olanlar
- Ateist bir ortamda büyüyüp ateizmi anlamadan ateist olanlar
vs. vs.

Bu insanlar,
- Dayanakları çökünce (ideolojileri çökünce, sevdikleri bilimadamı teist olunca vs.) çözülürler.
- Paranormal deneyim sandıkları birşey karşısında çözülürler
- Bir yakınlarını kaybettiklerinde çözülürler
- Ölümle yüzyüze gelince çözülürler
vs. vs.

O yüzden ateistim diyen kişi oturup kendi ile adam akıllı hesaplaşmalı. Bu hesaplaşma da ezber bilgilerle olmaz, kendiniz kandırıp "ben ateistim, çünkü ateist olmalıyım" demeyin. Kendini kandıran ateist olamaz.

Özetle, cahilden ateist olmaz.

Saygılar, sevgiler
Bilgehan

Aya ilk çıkan insanın müslüman oluşu

Efsaneye göre Ay'a ayak basan ilk insan müslüman olmuş... Kimisi adını bile bilmez ama astronot ezan duymuş müslüman olmuş diye anlatır, kimi "Armstrong" adını bilir ama adamın adını Internet'te aratıp işin aslını öğrenmez.

Ay'a çıkan astronot ezan sesi duymuş, müslüman olmuş...  Müslümanlar bunu anlatır dururlar... Aslında tıpkı Kaptan Cousteau'nun müslüman olduğu hikayesi gibi uydurmadır. Bu hikayeler müslümanların zavallılığını, ezikliği kanıtlar. Aslında bu lafları edenlerle konuşmamak gerek ama...

Bu büyük bir yalan... Ama diyelim ki doğru...
Peki Armstrong ile birlikte giden Aldrin neden müslüman olmadı?
Peki onlardan sonra gidenler neden müslüman olmadılar?

İşte size tam liste... Aya giden insanlar.

Buzz Aldrin
Neil Armstrong
Alan Bean
Eugene Cernan
Pete Conrad
Charles Duke
James Irwin
Edgar Mitchell
Harrison Schmitt
David Scott
Alan Shepard
John Young

Bunların Armstrong dışında hepsi Araf 179'a tâbi galiba... Müslüman olmadıklarına göre.

Laiklik de neymiş! Nerede İslam şeriatı?

Türkiye'nin en az %90'ı müslüman... Yani; Kuran'ın Allah'tan geldiğine inanıyorlar. Kuran'ın evrensel olduğuna ve tam olarak uygulanırsa insan hayatını mükemmel hale getireceğine inanıyorlar. Tabi devletin İslami ilkelerle yöneltidiği peygamber dönemi ve sonrasında 4 halife dönemi var; bu dönemlerdeki adil yönetimden de övgü ile bahsedilir hep.

Peki laiklik ilkesi nedir? Dini ilkelerin ve tabi Kuran'ın devlet yönetiminde referans alınmaması... Yani Kuran gibi bir hazineyi (!) gözardı etmek, İslam peygamberinin sünnetini gözardı etmek...

Pekçok müslüman laiklik ilkesine sahip çıkar, en azından karşı çıkmaz. Bazıları da sahip çıkmasalar bile seslerini fazla çıkarmazlar.

Arada "Kahrolsun laiklik, şeriat isteriz" diyenler çıkıyor ama %90 müslüman çoğunluk nerede? Müslümanlar Kuran'a yani Allah'ın kitabına güvenmiyorlar mı?

Madem Kuran'a ve İslam öğretisine güveniyorsunuz, madem Allah'ın kural koyuculuğunu kabul ediyorsunuz neden İslam şeriatı için sesinizi yükseltmiyorsunuz?

İslami ilkelerin 21. yüzyıl şartlarında geçersiz olduğunu ve modern bir toplumu yönetmeye yetmeyeceğini mi düşünüyorsunuz? Kuran bir hazine değil mi? Evrensel değil mi? Her türlü soruna çözüm getiren, her türlü bilimsel gelişmeyi 1400 yıl önceden bildiren bir mucize değil mi? Bunlara inanmıyor musunuz yoksa?

Hazır İslamcı bir parti %47 ile iktidardayken neden İslam devrimi yapmıyorsunuz? Geçen hergün kayıp değil mi? Allah'ın ipine sarılmak için ne bekliyorsunuz?

Allah'a, peygamberine ve Kuran'ına güveniniz mi yok? Yoksa sesinizi çıkarmaya cesaretiniz mi yok?

Kuran'ın Allah kelamı olduğunu ve alemlerin Muhammed hürmetine yaratıldığını düşünen insanlarların Kuran ve sünnete ne derece güveniyorlar?

Eğer Kuran'a inanıyorlar ve güveniyorlarsa neden hayata geçirmiyorlar?

Medeni kanun nedir? İnsan uydurması! Allah ne diyor? ikişer, üçer, dörder tane karı alabilirsin, yetmezse cariyeler ile takviye et...

Ceza kanunu ne diyor? Hırsızları hapse at! Allah ne diyor? Ellerini kes!

Müslümanlar namaz kılarlar, oruç tutarlar vs. Ama islamın bu yönünü neden hayata geçiremezler.

Neden Nur Suresi 2. ayeti hayata geçirmiyorlar? Zina neden suç değil artık?!

Çünkü içten içe kendileri de biliyorlar ki Kuran bir saçmalık.

Eğer Kuran'a güvenselerdi hayatın her alanında uygulamak için harekete geçerlerdi.

Ama güvenmiyorlar, biliyorlar ki son derece çağdışı bir kitap...

Bu yazının amacı bunu sorgulamaktır. Ayrıca şeriatı savunanların akıl ve vicdanlarını sorgulamaktır.

SLNE (Super Large Nur Extractor)

Ateizme son darbeyi vurmak için Mekke'de Kabe çevresinde SLNE (Super Large Nur Extractor) kuruldu. Kurban derisi gelirleri ve camiye yardım paraları ile yapılan SLNE 27 kilometreküp (oha!) hacminde bir küp ve taban merkezinde Kabe bulunuyor. Deve hızının %99.9999'u bir hızda küp etrafında tavaf ettirilen takunya, tespik, hacı misi, seccade, çekme halatı, takoz partikülleri ve bilimum hac malzemesi ile Yüce Rabbimizin sonsuz nuru ateistlerin üzerine yoğunlaştırılacak. Yoğunlaştırılmış nurun ateistlerin kalblerindeki ve gözlerinden mührü açması bekleniyor. Yüce Rabbimizin izniyle deney başarılı olursa ateizmin sonu gelmiş olacak. Amin.

Saplantı: Radikal İslam'ın Batı'ya Karşı Savaşı

Obsession: Radical Islam's War Against the West

Youtube Playlist: http://www.youtube.com/watch?v=gMLJJEDDDGc...&playnext=1
Filmin resmi sitesi: http://www.obsessionthemovie.com/index.php

----

Bu film bir cumhuriyetçi propagandası, seçim öncesi anti-terör manevrası yani... Ama tümüyle yanlış, tümüyle çarpıtma değil. Bilmediğimiz yeni birşey söylemiyor, ama filmde sanıyorum 3-4 yerde müslümanların çoğu terörü desteklemez vurgusu yapılmış, yerinde olmuş. Müslüman dünyası Filistinden ibaret değil... Bush döneminde olayı medeniyetler çatışması şeklinde lanse edip tüm müslümanları karşılarına almışlardı. Seçilirse McCain döneminde, Bush döneminde yapılan hata tekrarlanmayacak sanırım.

----

haber7.com sitesi bu filmin haberini çarpıtarak vermiş. Ne haberi yazan İbrahim Karagül ne de habere yorum yapanlar filmi izleme zahmetine girmemişler. Ben de bir yorum yazdım bunun üzerine imanlıların tipik düşüncelerine ve davranışlarına örnekler verdiler haber7.com okuyucuları.

http://www.haber7.com/haber/20080925/Islam...-milyon-DVD.php

Belki oradan silerler; buraya da kopyalıyorum... Filmi izlemeye bile gerek duymadıklarını, kendilerine yalan yanlış aktarılanlara iman edeceklerini açık bir dille ifade ediyorlar. "İzleyin, kendiniz karar verin" dediğim için de beni "siyonist rejimin bir parçası" olmakla itham ediyorlar.


("Bilgehan Bengi 2008-09-25 23:59:26")
Filmi izlemeden yorum yapanlar
İbrahim Karagül'ün yazısı da, bu sayfada yapılan yorumlar da bahsi geçen filmi izlemeden yapılan yazılmış. Filmi izleyen biri bu kadar alakasız şeyler yazamazdı. Film, İslam hakkında değil, İslam'ı eleştirir bir tavırda da değil. Size İslam karşıtı diye sunulan her şeyden dolduruşa gelip boş boş konuşuyorsunuz. Aklınızı kullanıp kendi adınıza karar veremiyorsunuz, İslam ülkeleri bu yüzden geri kalmış işte.

("tarık akman 2008-09-26 00:13:32")
BİLGEHAN BENGİ'ye
anlaşılan bu dvdleri finansa eden ve dagıtımında seninde payın varmış gibime geldi tahminim seninde siyonist rejimin bir parçası oldugun anlaşılıyor.müslümanlar sizin gibi ABD ve İSRAİL'in uşaklarına büyük ders vereceklerdir bunu unutmayın.MİLLİ GÖRÜŞ vakti gelmiştir...

("Bilgehan Bengi 2008-09-26 00:48:52")
tarık akman'a
Beni nasıl, ne hakla ABD ve İsrail uşağı olmakla suçlarısınız? Terbiyeli olun biraz! Bahsi geçen filmi Youtube'dan izleyip kendi aklınızla karar vermenizi salık verdim, nasıl olur da beni siyonistlikle suçlarsınız. 'Aklınızı kullanın, gaza gelmeyin, dolduruşa gelmeyin, kendi kararlarınızı kendiniz verin, birilerinin sizi yönlendirmesine izin vermeyin' diyorum ben. Bunu söylemek siyonistlik mi? Filmi izlediniz mi? Hayır... Ama boş konuşmaya devam...

("abdulkadir 2008-09-26 01:22:01")
BİLGEHAN'A
filmi izlemeye gerek yokki adam yazmış işte ne olduğunu. amerika yıllardır sinemalarında musluman=terörist propagandası yapıyor islamın batı dünyasındaki yayılışının bu propagandalara rağmen devam ediyor olması birilerinin zoruna gidiyor herhalde dikkat et bilge hanım sende bunlardan biri olmayasın

("Bilgehan Bengi 2008-09-26 02:17:44")
abdulkadir'e
Filmi izlemeye gerek yok; adam yazmış ne olduğunu... Kuran'ı okumaya gerek yok hocalar söylüyor ne olduğunu... Tipik savunma işte. Kendi aklıyla karar verememenin ızdırabı... Ben izledim, sen de izle, ondan sonra tartışalım. Bu arada Bilgehan erkek adıdır. Bilge Kağan, Bilge Han diye duymuş olmalısınız. Memleketin her yerinden cahillik akıyor, insanlar bilmeye gerek yok; birileri bize söylüyor nasıl olsa diyorlar. Asla kalkınamaz İslam dünyası bu kafayla. Düşünmeye teşvik edene hain diyenler adam olamaz.

Ölüm bir gerekliliktir

Ölüm bir gerekliliktir. Ölüm canlılık yanılsamasının sona erdiği andır. Ölümü fena bir şey olarak görmemiz bizim yaşama tutunma çabamızın bir sonucudur.

Bu üç tümceyi açalım.

Ölüm bir gerekliliktir.

Ölüm evrimin araçlarından biridir, ölüm olmadan evrimleşemezdik. Kısıtlı kaynaklar için yarışan bireylerden bazıları ölümle yüzleşmek zorundadır. Dünya'nın sonsuz sayıda canlıya sunacak yeri de yoktur, besini de... Kırılma noktası ölümdür. Ölüm olduğu için doğal seçim ortama en iyi şekilde adapte olmamızı sağlar. Kırılgan vücutlarımız, hata yapan DNA kopyalayıcılarımız, kimyasallardan, ışımalardan etkilenen DNA'mız evrimin yürümesini sağlarlar.


Ölüm canlılık yanılsamasının sona erdiği andır.

Canlılık bir yanılsamadır. Kendi metabolizmasına sahip, üreyebilen herşey canlıdır. Bu noktada karbon bazlı yaşamın şovenizmini de yapmanın anlamı yoktur. Yaşam başka formlarda olabilir. Metabolizmanın geri dönüşsüz yıkıma girmesi ölümdür. Yani biyomoleküler etkileşimlerin sekteye uğraması ve metabolizmayı sürdüren etkileşimlerin sonlanması ölüm demektir. Başka bir deyişle; hayat moleküler etkileşimlerin sürmesi, ölüm sekteye uğramasıdır.

Canlıların çoğu canlı olduklarının farkında değildirler, varlık kavramları yoktur, olamaz. Bunu kurgulayacak sistemleri ya hiç yoktur, ya da çok az gelişmiştir. Bir bitki için, bir bakteri için ölüm bir gündem maddesi değildir. Bir nematod için ölüm diye birşey yoktur. Sivrisinek nefesimizdeni karbondioksiti ve oktenolü bilir, kene terimizdeki bütirik asidi bilir. Sıcaktan, soğuktan, çeşitli kimyasallardan ve üzerlerine hızla gelen cisimlerden kaçmayı bilirler. Binlerce sensörü olan robotlar gibidirler.

Kendini korumak için yapılan plansız kaçış emirleri gelişmiş bir beyne sahip insanda bile en dipten gelir ve beynin tüm katmanlarını ezer geçer. Benzer şekilde reptil beynimiz aşık olur, biz de neokorteksimizle ne olduğunu anlamaya çalışırız.

Canlı olduğunu idrak edebilen canlılarıda, bu idraki sağlayan şey cansız moleküllerin etkileşimleridir. Bu noktada consciousness, self-awareness gibi konulara girmek gerekiyor. Biz canlı olduğumuzun farkındayken ölümü bilebiliyoruz. Derin bir uykuda kavramsal olarak ölüm yoktur, canlılığı idrak edecek sistemler işbaşında değilken ölüm bilinemez.

Kendi varlığından haberdar olan hatta aynada kendini tanıyacak kadar benlik bilinci taşıyan hayvanlar vardır. Bu hayvanlar büyük olasılıkla ölüm kavramını da biliyorlar. Kendilerini tanıdıkları gibi diğer bireyleri de tanıyorlar ve ölümü öğrenecek kadar kapasiteleri var. Hayatlarının bir evresinde ölümle karşılaşıyorlar ve öğreniyorlar.

Teorik olarak, canlılığı idrak edebilen bir birey, ölümle yada ölüm kavramı ile karşılaşmadan ölümü biliyor olamaz. Ölüm kesinlikle öğrenilen bir şey.

Ölümü insan zekası gizemli bir hale getiriyor. Zira biz emprik çalışan bir beyne sahibiz, beynimiz istatistiksel veri modellemesi yapar. Deneyimlerimize göre sinir ağını şekillendirir. Ölüm ötesinden hiç bir emprik veri gelmediği için gizem büyür, ölüm belirsizleştikçe hayat daha değerli hale gelir.

Ölümü fena bir şey olarak görmemiz bizim yaşama tutunma çabamızın bir sonucudur.

Doğada iyi, kötü, doğru, yanlış yoktur. Bu kavramlar göreceli ve sentetiktir. Yaşama değer veren biziz. Aslında değer de vermiyoruz, değer verir gibi yapıyoruz. Kendimizi kandırma konusunda son derece ustayız. Kendi yaşamınıza verdiğimiz değerden dolayı empati aracılığıyla başkalarının yaşamlarına değer veriyoruz. Tabi işin içinde sosyal baskıya bağlı korku gibi etkenler de var. Eğer bir birey empati ve sosyal baskıyı kırabiliyorsa katil olabiliyor. Eğer sosyal baskı aksi yönde kuruluyorsa, yani birey yaşama değer vermeyen bir toplumun parçasıysa ölüm ve yaşam arasındaki çizgi iyice belirsizleşiyor.

Çok teorik oldu bu laflar, somutlaştıralım...

Bir sevdiğimiz öldüğünde üzülürüz. Neden? Kim için? Ölen için mi? Aslında kalanlar için üzülürüz. Giden için değişen birşey yoktur. Ölen bizi kaybetmedi, biz onu kaybettik. Yerine koyacak birşeyimiz olmadığı için yas tutuyoruz, yoksa ölen bunun farkında bile değil. Tabi zamansız ölümler, acı çekerek feci ölümler de bizi empati duygumuzdan vurur.

Kendini ve başkalarını öldürecek bir birey nasıl yetiştirilir? Yani askerler, teröristler vs. nasıl yetiştirilir?

Önce yaşam kutsanır, bu bireyler içim yaşam sadece varlık bilinci olarak tanımlanmış olabilir. Yani "yaşam sadece bu değil, varlık ölüm sonrasında sürecek" diye kandırılmış olabilirler. Bu bireyler için başkalarının öldürmek de, kendini öldürmek de kolaylaşır.

Yaşamı kutsallaştırma da diğer bir tarz, başkalarının yaşamlarını kutsallaştırıp özveri mekanizmasını suistimal etmektir. Yani "vatan sağolsun, ama ben öleyim" diyebilen bireyler yetiştirilir. Tabi sevdiklerinin yaşamları devam etsin diye düşman bildiklerinin yaşamlarını sonlardırmak güç değildir bu bireyler için.

Diğer bir etken ise ölümü kaçınılmaz olarak kabullenmedir. Yani "nasıl olsa öleceğim, yaşam sonsuz değil, biraz erken ölmem birşeyi değiştirmez" diye düşünülebilir. Tabi kahramanlık motivasyonu ile aşılanmış adını tarihe yazdırma umudu cismen olmasa da ismen sonsuz yaşam olarak görülebilir.

Ölüm konusunda beni çok düşündüren bir olay da World of Warcraft forumlarında yaşanan ölüm ilan olmuştu.

Biri kardeşinin hesabından foruma girip kardeşinin 'gerçekten' öldüğünü, cenaze törenini yaptıklarını söylüyor... Altındali ileti ise aynen şöyle: "did he drop any good loot?" (İyi ganimet bıraktı mı?/İyi birşeyler düştü mü?)

http://www.joystiq.com/media/2006/11/wow4twiw3.gif

Aslında ilk bakışta çok acımasız ama level 60 bir WOW oyuncusu eğer 'ölümünün bilincinde olarak ölseydi' tam olarak düşürdüğü ganimeti düşünürdü. Eğer kendisiyle konuşulup şaka yapılabilseydi bu "did he drop any good loot?" sorusu da onu kahkahalara boğardı. Ama bu espri onun gıyabında yapılınca acımasız hale geliyor, zira muhattap yas halinde...

Özetle, yaşamı ve ölümü tanımlayan biziz. Çarpık bakış açımızla tanımladığımız yaşam ve ölümü kutsallaştıran ve bunlara olduklarından farklı anlamlar yükleyenler de biziz. Sonsuz olma hayalimizin boş olduğunu hiç göremeyecek olduğumuzu fark etmemiz, bunu kabul etmemiz ve buna göre yaşamamız gerek.

Sevgiler, saygılar
Bilgehan

Dandik tasarım

Dandik tasarım
Şaşkın yaratıcının marifetlerine 10 örnek

Yaratıcıların en şaşkını, tasarımcıların en dandiği Allah(cc)'nin maarifetlerini incelemeye devam ediyoruz...

Live Science'ın listesini baz alarak hazırladığım en süper gereksizlikler listesini beğeninize sunuyorum...




10. Uçamayan Kuşların Kanatları
Kaç tane uçamayan kuş biliyorsunuz? En azında tavukları, penguenleri, devekuşlarını biliyorsunuzdur... Bunlar dışında daha pek çok kuş var, kanatları olan ama uçamayan...

Tamam devekuşu iri, penguen de yüzüyor, ama zavallı tavuk niye uçamıyor? Takahe, Kiwi, Kakapo gibi bizim zavallı tavuk da yürümek zorunda... Uçurmayacak kanadı veren Allah sizce nasıl bir tasarımcı?

----------------------------------------------------------




9. Balinanın bacağı
Balina balık mı? Değil... Memeli...
Ne işi var denizde o zaman?
Yumurtaya can veren Allah bu hayvan ne günah işlemiş de karaları dar etmiş buna?
Bizi cennetten şutladığı gibi balinaları da karadan şutlamış...
Ama nedense balinanın hiçbir işe yaramayan arka bacakları hala duruyor... Neden acaba?

----------------------------------------------------------




8. Tüylerim diken diken oldu?

Kediler korkunca tepe tüyleri ayağa kalkar, biz korkunca.... polisi ararız...

Şaka bir yana hayvanlardaki refleksin aynısı bizde de vardır. Biz de ürpeririz... Kürklü hayvanlar korktuklarında tüylerini geren kaslar sayesinde olduklarından biraz daha iri görünürler. Ayrıca soğukta dikilen tüyleri vücutlarından yayılan sıcak havanın dağılmasını geciktirir ve üşümelerini engeller...

Peki bizdeki dikilen tüyler ne işe yarar? Hiçbir şeye... Allah nasıl bir tasarımcıymış?

Ayrıca vücudumuzun avuç içi, ayak tabanı vs. gibi alanları dışında her yerimiz tüyle kaplıdır. Tüy dağılımızın bir şempanzeden farkı yoktur. Ama tüylerimiz o kadar incelmiştir ki kürk görevi yapamazlar... Kaş, kiprik, saç, koltuk altı ve genital bölgedekiler işe yarar ve bu yüzden korunmuşlardır. Sakal ve bıyık ise insan türünün bir kısmında vardır, bir kısmında yoktur... Peygamberinin sünneti sakal olan bir dinin mensubu olup da sakalsız olarak yaratılan insanlar Allah'ın tasarımı ve peygamberin sünneti hakkında ne düşünürler?

----------------------------------------------------------




7. Kuyruğun nerede?
Koşan bir canlı için kuyruk dengeleyici demektir. Ağaçların üstünde dallarda ise yine denge sağlar ve tutunma için de kullanılabilir.

Peki... Biz de kuyruğun ne işi var? Kuyruğumuz yok demeyin, görünürde yok ama var... Adı da Coccyx...

Bazıları çıkıp, "onun görevi var, ona kaslar tutunuyor, destek görevi var" felan diyebilir... Coccyx'in ameliyatla alındığı insanlar mutlu, mes'ud ve sıhhatli bir şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar.

Allah bizi bir su damlasından yaratıp, anne karnında korunaklı bir yerde 3 evrede karanlıktan karanlığa geçirirken arasıra hata yapıp bizi kuyruklu yaratıveriyor efendim... Eskiden bu defolu, kuyruklu şeyleri şeytan ile zina eden anası ile birlikte hallediveriyorlardı. Şimdilerde de halledenler var ama medeni ülkelerde ameliyatla alınıyor. Ailesine bazen hiç birşey söylenmiyor, aile bilse de çocuğa söylenmiyor... Yani... içinizden bazıları kuyruklu doğmuş olabilir. Ameliyat izi var mı diye dönüp bakamazsınız... Kendi kuyruksokumunuzu görmeniz için ayna gerek... Bırakın okumayı... Hemen bir ayna bulun!

----------------------------------------------------------




6. Kör balığa göz veren Allah

Astyanax mexicanus derin sulardaki mağaralarda yaşar; gözleri olduğu halde görmez. Embriyolojik süreçte göz önce gelişir, sonra kısmen yıkılır ve kalıntıları deri ile örtülür ve balık yumurtadan öyle çıkar. Zaten göz pek lazım değil bu balığa, karanlıkta yaşar... Derin denizlerin mağaraları demiştim, hatırlarsanız...

Aynı balığın yüzeye yakın yaşayanı da var... Tabi bu arkadaşların gözleri var... Bu gözleri gören balığın gözünden merceği çıkarmışlar, kör olana takmışlar... 8 gün içinde göz gelişmeye başlamış, iki ay için de balık görmeye başlamış...

Yani Allah öyle bir kör balık yaratmış ki, embriyolojik süceçte göz geliştiyor, sonra bu gözü yıkıyor. Ama beyin hala o gözden gelecek sinyallere açık... Sistemler hazır... Ama kör... Var... ama yok.. Allah nasıl bir tasarımcı?

----------------------------------------------------------




5. Burası kalabalık oldu
Çenemiz kocamanken ne güzeldi... Sıra sıra düzgün dişler... Ne zaman ki Allah "getirin şu çamuru, Adem'i yaratıciim" dedi b.ku yedik...

Allah Adem'i koca çeneli hayvanlarla aynı diş düzeninde yarattı ama çenesini küçük yaptı biraz... En arkada, sonradan gelen 4 tane diş var, 20 yaş dişleri... Ağzımızın için diş doluyken bile "geleceğiiiz, biz de çıkacağııız" diye kastırıp ortalığı karıştırılar. Tüm dişleri iterler, düzeni bozarlar, yamuk yumuk çıkarlar, bazen çıkamazlar, çıktıktan sonra hemem çürürler, zira fırça yetişmez bunlara pek, yemek artıkları kalır etraflarında... Bunları çektimek de zordur, taa en dipte ve kocamandırlar... 20 yaş dişinden dolayı sorun yaşamayan yoktur.

Peki biz diş ağrısından kıvranırken tasarımcı Allah ne yapar?

----------------------------------------------------------




4. Karahindiba'nın üreme organları
Tüm çiçekler gibi karahindibalarında üreme organları vardır, ama bunları kullanmazlar... Zira bu çicekler eşeyli olarak üremezler; kendilerini kopyalarlar...

Eee... Allah kendini kopyalacak çiçeğe neden stamen verir, neden pistil verir?

----------------------------------------------------------




3. Lezbiyen aşkın meyveleri
Cnemidophorus cinsi kertenkeleler üremek için erkeğe ihtiyaç duymazlar. Partenogenez ile döllenmeniş yumurtadan kendi kopyalarını çıkartırlar... İşin garip kısmı yumurtalamak için başka bir dişi ile "seks" yaparlar, lezbiyen seksin neticesinde nur topu gibi yavrular doğar...

Allah burada nasıl bir tasarım denemiş? Bu sapık kertenkeleler kendi kendilerine yumurtlasalar olmuyor mu?

----------------------------------------------------------




2. Memeliyiz, gerçekten...
Erkeklerin neden memeleri var diye soruldu bu forumda, gerizekalını biri estetik dedi... Peki estetik için görünen kısmı var ama neden altında göğüs dokusu var? Kadınlardakı kadar büyük değil ama erkeklerde de derinin altında göğüs dokusu var. Ergenlik döneminizi hatırlayın... O dönemde göğüsleriniz hassaslaşmıştı... Zira o doku orada ve hormonlara hala duyarlı... Bazı vücut geliştiricilerde aldıkları hormonlar sonucunda kadın gibi göğüs çıkıyor... Gynecomastia diye aratın, görün... Bir de witch's milk diye aratın... Aratmaya üşenirseniz sabredin, witch's milk yazısı da geliyor.

Erkeklerin göğüsleri olduğu yetmiyormuş gibi bir halta yaramayan şeyler bir de kanser oluyor. 2005 yılında ABD'de 1690 erkeğe göğüs kanseri teşhisi konmuş. Kadınlara göre düşük bir rakam ama erkekerlerin de göğüs kanseri riski var. Muayeneye koşun hemen!

http://www.breastcancer.org/symptoms/male_...CFQdWegod2AyREA
http://www.cancer.org/docroot/CRI/content/...t_cancer_28.asp

Şimdi soruyorum size, Allah ne demeye çalışıyor? Neden biz erkeklerin de göğüsleri var?

(Yanıtı merak ediyorsanız bu forumdaki ilk iletimi okuyun.)

----------------------------------------------------------




1. Apandisit
Hemen atlayacak bazıları; "savunma sistemi, sindirim vs." diye. 2000 yılında ABD'de 300.000 kişinin apandisiti alımış. Rutin bir işlem ve kimseyi öldürmüyor. Ancak dert oluyor, patlayıp adamı zehirliyor. Sindirime felan da katkısı yok... Cübbeli Ahmet'in CERN'deki deneye katkısı kadar katkısı var...

Ne işe yarar bu apandisit? Bazıları otçul atalarımızdan kalan miras diyor, Allah ne diyor bu işe?




Saygılar, sevgiler
Bilgehan




Kaynak:
http://www.livescience.com/animals/top10_v...l_organs-1.html

İslam-Batı Çatışması: Büyük Komplo

Konuyu İslam ve Batı medeniyetleri arasındaki ilişkilere bağlamadan önce mevcut durumun bir tablosunu çizelim.

Zenginlikleri sömürüye dayalı olan ülkeler vardır. Bunlar asırlardır kendilerinden güçsüz olan ülkeleri sömürürler.

Bu sömürünün üç temel boyutu vardır.
1. Doğal kaynakların sömürülmesi; altın, kömür, petrol, orman vs. kaynakların çalınması
2. İnsan kaynaklarının sömürülmesi; bu iki şekilde olabilir; kendi ülkende sömürgeciler adına çalışırsın yada sömürgeci seni kendi ülkesine yada başka yere götürürür orada çalışırsın.
3. Ticaret yoluyla sömürme; 1 ve 2 nolu maddelerden sonra bu ülkeler bilim, teknoloji ve sanatta ilerlerler. Ürünlerini az gelişmiş ülkelere satarlar.

Bu üç basamak hep birini etkiler ve gücünü arttırır. Bu üç basamak genellikle yanlış bir ifade ile kapitalizm olarak adlandırılır. Doğru tabir vahşi doğadır.

Yani bu üç basamak içinde doğal olmayan hiçbir şey yoktur. Tümü insan beyninden ve insan elinden çıkar. Afrika'da ceylan avlayan aslanlar ne kadar doğal bir iş yapıyorlarsa bu da o kadar doğaldır. Ancak insanın doğasında bir de açgözlülük vardır; insan gereksiniminden daha fazlasını ister. Beğenmesek de bu da doğaldır.

Bu zinciri kırmanın tek bir yolu vardır; kendi kültürüne, kendi bilime, kendi sanatına sahip çıkmak.

Sömürgeciler bunun farkındadırlar. Bunun için çok zeki bir taktik geliştirmişlerdir. Bu taktiğin adı hedef saptırmadır.

Hedef saptırma nasıl işler?

Hedef saptırmak çok kolaydır; ortaya bir komplo teorisi atılır, toplum sömürüyü farkedip üstesinden gelemez. Gelişemez, neden gelişemediğini de anlayamaz.

Bugün bu komplo teorisi Batı'nın İslam düşmanı olduğudur. Bu yalanı yutanlar sömürgecilerin asıl hedefini göremezler.

Bu yalanı yutan İslam ülkeleri olayı dinlerarası bir savaş sanırlar ve tepki olarak dinlerine daha da sarılırlar. Hedef saptırma tutmuştur. Sömürü devam edebilir. Zira; bilime, sanata sarılmak yerine "kafirlere haddini bildirmek için" dine sarılanlar bir arpa boyu yol gidemezler.

Müslümanlar şunu anlamazlar; sömürgeciler müslümanları tüketebilecek kadar zengin ancak üretemeyecek kadar geri bırakmak isterler. Sömürgeciler müslümanların parasını, iş gücünü ve doğal kaynaklarını isterler. Yoksa dinleri umurlarında değildir. Sömürgecilerin mottosu "ne olursan ol, yine ver" biçimindedir.

Bugün tüm İslam ülkeleri bir anda karar alıp hristiyanlığa geçseler de tepelerindeki sömürgecilerden kurtulamazlar. Sömürgecilerin de böyle bir isteği yoktur. Eğer Amerika Birleşik Devletleri Irak'ın petrolünü sömürmek yerine dinini değiştirmek isteseydi taktiği çok farklı olurdu.

Sömürgecilerin hedef saptırma taktikleri Türkiye'de çok başarılı olmuştur. Türkiye, İslam ülkeleri arasında Malezya ve Endonezya ile birlikte gelişme olanağı en yüksek ülkelerden biridir. Bu ülkeler kendi işgücü ve kendi doğal kaynakları olan ülkelerdir. Türkiye tek başına süper güç olma potansiyelini taşıyan bir ülkedir. Türkiye'de gelişmenin önünü kesmenin en iyi yolu Türk insanını düşünmekten alıkoymaktır. Din, bu iş için biçilmiş kaftandır.

Türkiye'de İslamcı iktidar ve diğer İslamcı akımlar ABD ve Avrupa Birliğinden tam destek almaktadırlar. AKP hükümetinin de, Fethullah Gülen'in de en yakın dostu ABD'dir. Amaç Türkiye'de -saldırgan olmayan- ılımlı bir İslam yaratmaktır. Türkiye'de din fazla yükselirse halk çok fakirleşir, ayrıca salgırganlaşır. Türkiye'den ne işgücü ne de pazar olarak faydalanılamaz. Türkiye'de İslam çok gerilerse bu kez bilim ilerler ve Türkiye kendi ayakları üzerinde durur. Fethullah Gülen'in Amerika destekli diğer bir görevi de diğer ülkelerde de okullar açmak ve dini eğitimi yaygınlaştırmaktır.

Dünya'da konumu ilginç diğer bir ülkede İran'dır. Bu ülke Rusya ve Çin ile resmi savunma anlaşması imzalamış ve bu çerçevede teknolojik yardım almıştır. Iran'da nükleer enerji ve silah çalışmalarını yürüten Rusya ve Çin'dir.

Malezya'da ilginç bir ülkedir. Ülkenin %26'sı Çinlidir. %8'i Hint kökenlidir ve bu iki grup ticareti ellerinde tutarlar. Ülkenin ürettiği Proton marka otomobil Japon teknolojisidir, zaten "Japon teknolosi" sloganı ile pazarlanır. Endonezya ise bölünmelerin eşiğinde bir ülkedir. Doğal kaynakları açısından zengin Timor bölgesi İngiliz-Avustralya desteği ile ülkeden kopartılmıştır. Aşırı İslamcı Banda Aceh (Açe) bölgesinde de ayrılıkcı hareketle çok güçlüdür, bölgede Amerikan üssü vardır (İncirlik gibi). Tsunamiden sonra ayrılıkcı hareket biraz durulmuş ama Amerikan destekli İslamcılar hala ayrılık peşindedirler. Ülkenin diğer ucundaki Irian Jaya Dünya'nın en zengin altın madenini bulundurur. İşletmesi Amerika'nın elindedir, Amerika'nın madenden payı %91.4'tür. Amerika'nın madeni işletmek için resmi sözleşmesi vardır. Sözleşme 2 yıl önce 50 yıllığına yenilenmiştir. Amerika, Irian Jaya'daki ayrılıkçıları destekleyerek Endonezya hükümetinin elini kolunu bağlamıştır. Yani; ?eğer madeni bize vermezsen Timor gibi burayı da kopartırız?. Bu iki ülkede ticaret yerel halkın elinde değildir. Yerli halk fakirdir. Zenginler Çinliler, Hintliler ve tabi Amerikan ve Avrupalılardır. Bu ülkelerde Amerika İslami cemaatlere destek verir.

Türkiye'de ve diğer İslam ülkelerinde fakir halkın tek sığındığı şey İslamdır. Çareyi sadece İslam'da ararlar. Kendilerini mazlum görürler ve sebebini İslam düşmanı Batı dünyasının şerri olarak görürler; İslam'a daha da şevkle sarılırlar. Ezanların sesi daha da yükselir. Batı'nın hedefini İslam sanarlar. Ülkelerinde ki kötü durumun şeriat gelirse düzeleceğini sanarlar. Amerika tüm İslam ülkelerinde İslam'ı açıktan destekler. Ama ayarı tam tutturmak için nalına da mıhına da vurmayı ihmal etmez.

Amerika aynı oyunu kendi ülkesinde de oynar. Evangelistleri destekler görünür ama yahudi lobisi ile danseder. Amerika kendi halkını aptallaştırmak için de hristiyanlığı kullanır. Aklı başında Amerikalılar buna karşı çıkarlar ama Amerika'da din yükselmektedir.

Amerikan kökenli Discovery Institute'un Türkiye ayağı, Türkiye üzerinden tüm dünyaya din propagandası yapar. Burada amaç belli bir din değildir. Hangi din olursa olsun, yeter ki insanlar fazla düşünmesindir. Bu iş için milyonlarca dolar para harcanır ve bu para sömürgeciler için sürünün uyanmaması için yapılan küçük bir yatırımdır. Sömürgecilerden tam destek alan Harun Yahya, tıpkı Fethullah Gülen gibi tüm dünyaya bilim dışı mesajı yaymakla görevlidir. Lüks baskılı oldukça pahalıya malolan kitapları ve CD'leri dünyanın pek çok ülkesine bedavaya dağıtılır, kitapcılarda çok düşük ücretlerle satılır. Yüzlerce websitesi açılır. Bu derece bir harcama etrafındaki zengin çocuklarının desteği ile kira gelirleri ile yapılabilecek bir harcama değildir. Harun Yahya sömürgecilerden maddi destek almaktadır.

Benim sizden ricam bu oyunu görmenizdir. Bahsettiğim herşeyi teker teker inceleyin, yalanlayabiliyorsanız yalanlayın. Din geri kalmış ülkelerin asla gelişememesi için sömürgeciler tarafından destekleyenen bir ayak bağıdır.

Türkiye'nin gelişebilmesi için tüm dini inanışlar derhal terk edilmeli ve halkımız bilimsel gerçekler ışığında bir eğitime yönelmelidir. Tek kurtuluşumuz kendi teknolojimizi üretmektir.

Aydınlanma çağında treni kaçırdık. Sanayi hamlesini yapamadık. Ama şimdi önümüzde 3 önemli alanda imkanlar var. Nanoteknoloji, bilişim ve biyoteknoloji. Türkiye bu alanlarda yetişmiş eleman açısından çok da geri değildir. Ülkemizde ve dünyanın başka yerlerinde bu alanlarda çalışan cevher insanlarımız var. Bu insanlara daha geniş olanaklar sağlandığında 10 yıl içinde Türkiye dünyaya kafa tutar. 10 yıl, üniversiteye giren bir gencin doktora seviyesine gelebileceği bir süredir. Camilere, hacılara, hocalara harcanan para ile dünyanın en büyük üniversiteleri, araştırma enstitüleri kurulur. Din ayak bağından kurtulan çocuklar Kuran kursunda arapça ezberlemeyi değil bilim okulunda ülkesine ve insanlığa faydalı olmayı öğrenir. Dinden temizlenen zihinler düşünmeyi öğrenir, merak etmeyi, araştırmayı öğrenir.

Size çok açık söylüyorum, önümüzdeki 10 yıl içindeki teknojik gelişmelerin hiç biri bakıp öğrenebileceğimiz cinsten olmayacak. Dizel motorunu alırsın sökersin, incelersin, biraz çaba ile aynısını yaparsın... Ama bilgisayar öyle değil... Yakında bilimin hızına yetişemez hale geleceğiz. O zaman tam anlamıyla köle olacağımız günler gelecek.

Seçim sizin, ben uyarımı yaptım. Hala gerçekleri görmüyorsanız köle olmayı hakediyorsunuz demektir...

Saygılar, sevgiler
Bilgehan

Biyoloji evrimsiz olamaz mı?

"Biyoloji evrimsiz olamaz mı?" şeklinde bir soru sormak ayıptır.

Önce "evrim yalandır" diyeceksin, sonrada canlı bilimi öğreneceksin... Öyle mi?

Biyolojinin adını evrimbilim koysak yeridir. Biyoloji canlıları inceler, canlılar da her an evrimleşir. Canlıyı incelemek demek evrimi gözlemlemek demektir. Canlıların nesini incelersen incele en yakın akrabalarından başlayıp diğer canlılarla karşılaştırmak demektir. Bu benzerlik ve farkların bilimidir biyoloji.

Eğer evrimsiz bir biyoloji istiyorum diyorsan kendi disiplinini kurmak zorundasın. Kendi sözdebilim alemini oluşturman lazım. Kendine arkadaşlar bulman lazım...

  • Dünya'nın öküzün boynuzlarında durduğunu sanan astromon ile evrime inanmayan biyologlar çok iyi anlaşabilirler.
  • Psikolojik bozukluğu olan hastaların içine şeytan girdiğine inanan ve hastaların kafalarına çivi çakan doktorla evrime inanmayan biyologlar çok iyi anlaşabilirler.
  • Astroloji ile evrimsiz biyoloji kürsüleri ortak çalışma yapabilirler...
  • İman gücü ile çalışan motor geliştirmeye çalışan mühendis ile evrimsiz biyologlar yaptıkları arabanın içine oturup niye gitmiyoruz acaba imanımız mı eksik diye beraber kafa patlatabilirler...

Ama bizim aramızda işiniz yok!


Evrimsiz biyoloji olur mu?

"Ben elimdekine bakarım, öncesini düşünmem" dersen olur.

"Dinozordan izole edile proteinden elde edilen DNA kuşun DNA'sına uyuyormuş, bana ne uyarsa uysun" dersen olur.

"Değişik canlıların morfolojik, embriyolojik, fizyolojik ve bunlarında temelinde olan genetik yapıları birbirlerine benziyomuş, bana ne" dersen olur.

"Naylon sindirebilen bakteri çıkmış, Allah dünyadaki naylon kirlilğini azaltmak için yeni yaratmıştır" dersen olur.

"Anatomi incelerim ama homolog organları görmezden gelirim" dersen olur.

"Mikrobiyoloji çalışırım, ama aynı türden bakterilerden bazılarının günler içinde farklı özellikler gösterecek şekilde gelişmesini, o çakallar yoldan çıkmış bakterilerdir diye düşünürüm" dersen olur.

"Antibiyotikler üzerinde çalışırım, ama hedef bakterilerin değişimini göze almam" dersen olur.

"Filogenetik çalışırım ama canlıları kafama göre dizerim, akrabalık da neymiş" dersen olur.

"Aralarında %1 genetik farklılık olan iki canlının birinin Adem'den geldiğini söylerim, diğerinin nerden geldiği beni ilgilendirmez" dersen olur.

"Evrime göre kurulu bir biyoloji dünyası içinde, diğer biyologların bana acıyarak bakmalarına razıyım" dersen olur.

"Evrimi gösteren itiraz edemeyeceğim delillerden Allah'a sığınırım" dersen olur.

"Kafamın basmadığı her konuda, bana çok güzel yada çok kompleks gelen her konuda Allah yaratmış diye kestirip atarım" dersen olur.

Ayrıca;
Harun Yahya'nın yaptığı biyolojiyse olur.
Beyinsiz bir yaratılışcı biyolojiye bir damla katkıda bulunabilirse olur.
Evrimsiz biyoloji çekirdeksiz karpuz ise olur.

Biyoloji üzerine yapılan bilimsel çalışmaların ne kadarı evrimi reddedenler tarafından yapılıyor bir öğrenin gelin.

Eğer bu güç geliyorsa son yıllarda gözünüze çarpan biyolojik çalışmaların sahiplerini bir araştırın.

Biyolojiye karşı uygulanan çifte standart

Size halkın bilimsel yöntemlerle elde edilmiş bilgiyi değerlendirmesindeki çifte standardı bir biyolog gözü ile anlatmak istiyorum.

Ülkemizde büyük bir deprem felaketi yaşadık. Bu depremin ardından jeologlar televizyonlarda depremin nedenlerini anlattılar; aklı başında hiç kimse plaka tektoniği konusuna itiraz etmedi. İnşaat mühendisleri depreme dayanıklı binalar konusunda konuştular; alınacak önlemler, statik hesapları, beton kalitesi konusunda mühendislere kimse itiraz etmedi.

Bu bilim adamları ve mühendisler, bilimsel çalışmaların dünya genelinde kabul görmüş sonuçlarını aktarmaktan başka birşey yapmıyorlardı.

Şimdi düşünün, aynı bilimsel yaklaşımla biyolojik olayları ele aldığımızda karşımıza canlıların evrimine işaret eden deliller görüyoruz ve bu bilgiyi tüm insanlar ile paylaşmak istiyoruz.

Kutsal sayılan kitaplarda, plaka tektoniği ve betonarme yapılarla ilgili bilgimize karşıt ayetler bulunmadığı için kimse sesini çıkarmıyor. Ama evrim dediğimizde, atamız maymun değil Adem deniyor.

Biyologlar diğer bilim adamlarından farklı değildirler. Okulda bizim beynimizi yıkamıyorlar, bilimsel yöntemden başka birşey öğrenmiyoruz. Bilimsel yöntem de sihirli, gizli birşey değil. Bilimadamı olmayan akıl sahibi biri de günlük hayatında problemlerini akılcı bir şekilde çözerken bilimsel düşünceye başvurur.

Bizim bölümde evrime inanmayan ama bunu açıkca dile getirmekten de çekinen sadece bir hoca vardı. Neredeyse 200 kişilik akademik kadro ve sadece bir evrim karşıtı.

Biyoloji bölümlerinde Evrim zorunlu derstir. Diğer derslerde de müfredatın bir parçasıdır. Evrim olmadan biyoloji olmaz, evrimden bahsedilmeden biyoloji anlatılamaz. Evrimin geçerliliği bilim dünyasında tartışılan bir konu değildir.

Evrime inanıyorsanız, müslüman, hristiyan vs. değilsinizdir. Dünya'da pozitif bilimle uğraşanların neredeyse tamamı evrimi kabul eder. Yani bugün pozitif bilimi yürütenlerin hemen hepsi ateist ya da agnostiktirler.

Sözlerime itiraz edeceklere bir önerim var; bana cevap yazmadan önce biyoloji konusunda ne kadar bilgi sahibisiniz iyice bir tartın. Nerede bilimsel yönteme sahip çıkıyor nerede karşı geliyorsunuz tesbit edin. Örneğin bir kimyacının, bir fizikçinin, bir astromonun sözlerine ne derece itiraz ediyorsunuz? Bir biyoloğun sözlerine ne kadar itiraz ediyorsunuz? Lütfen karşılaştırın ve buraya yazın. Tüm dindar arkadaşlardan rica ediyorum, çifte bu standardın nedeni nedir bir anlatın.

Uygarlığın genlerimizdeki izleri

Son 50.000 yılda insan hayatında çok şey değişti; tarımı icad ettik, çiftlik hayvanları ıslah ettik, beslenmemizde değişiklikler oldu, kalabalık topluluklar halide şehirlerde yaşamaya başladık.

Peki son 50.000 yıl içinde insan popülasyonunda evrim gözlenebiliyor mu? Yanıt; evet.

İnsan genomu üzerinde yapılan çalışmalar 1800 genimizin, yani genomumuzun yaklaşık %7'sinin son 50.000 yıl içinde doğal seçim etkisi altında değiştiği ortaya çıktı.

Bu araştırmaların nasıl yapıldığı konusunda kısa bir bilgi vereyim; ama önce bazı kavramları açıklamak istiyorum.

Genom üzerinde SNP dedimiz tek nokta varyasyonları vardır. Yani bir allelde ACTTCAGC şeklideki dizi başka birinde ACTACAGC şeklindedir. Yani tek bir noktada mutasyon olmuş aynı dizinin çalışan başka bir versiyonu gen havuzuna katılmıştır. Bunlar oluştukları bireyden yavrularına aktarılırlar ve kladistik ilişkileri (evrimsel sınıflandırma) göstermede genetik marker olarak kullanılabilirler. Tabi minisatelitler, VNTR, STR gibi başka genetik markerler da vardır.

Etkisiz bir SNP oluştuğunda Hardy-Weinberg prensibine göre gen havuzunda dağılması beklenir. Farklı kromozomlarda, farklı lokuslardaki SNP'lerin birbirlerinden bağımsız olarak dağılmaları beklenir; ancak böyle olmaz, yani SNP'ler genom üzerinde rastlantısal olarak dağılmazlar. Bunun nedeni de genetik bağlantı (genetik linkage), rekombinasyon oranı, mutasyon oranı, rastlantısal sürüklenmeler ve rastlantısal olmayan çiftleşmedir.

Bu duruma bağlantı dengesizliği (linkage disequilibrium) diyoruz. Bağlantı dengesizliği aynı kromozom üzerinde ya da farklı iki kromozom üzerindeki yer alan iki ya da daha fazla lokustaki allellerin rastlantısal olmayan ilintileridir.

Konuyu açmaya çalışayım; doğal seçim yoluyla frekansı artan bir gen barındırdığı ve linkaj halinde bulunduğu SNP'lerin de frekansını arttırır. Bu sayede genlerin evrimsel geçmişlerini ve doğal seçimin tarih boyunca onlara nasıl davrandığını saptayabiliriz.

California Üniversitesi'nden Robert Moyzis ve arkadaşaları insan genomunda bulunan 1.6 milyon çeşit SNP'nin bağlantı dengesizliği dağılımını çalışmışlar. Genomdaki SNP dağılım şemasına doğal seçim etkisi dışında normal genetik karmayı bozabilecek rastlantısal etkileri araştırmışlar.

En başta verdiğim sonucu tekrarlıyorum;

Bu çalışmanın sonucunda 1800 genimizin, yani genomumuzun yaklaşık %7'sinin son 50.000 yıl içinde doğal seçim etkisi altında değiştiği ortaya çıktı.

New Scientist'e göre bu oran yabani mısır ile bizim ıslah ettiğimiz mısır arasındaki fark kadar. Yani biz mısır kadar kendimizi de ıslah etmişiz.

Bu çalışma protein metabolizması, bağışıklık sistemi ve beyin fonsiyonları ile ilgili genlerin beslenme alışkanlıklarımız, kalabalık şehirlerdeki sağlık şartları ve gelişen sosyal yapımıza uygun olarak doğal seçime uğradığını gösteriyor.


Kaynaklar:
----------------------------
http://www.pnas.org/content/103/1/135.full...74-283f329b8ced
http://www.newscientist.com/channel/being-...-our-genes.html
http://bio.classes.ucsc.edu/bio107/Class%2...5_lecture15.pdf
http://www.as.wvu.edu/~kgarbutt/QuantGen/G...equilibrium.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Rs6313
http://en.wikipedia.org/wiki/Rs6311
http://en.wikipedia.org/wiki/Single_nucleotide_polymorphism

9 Ekim 2008 Perşembe

Müslümanların bilim anlayışına örnek (1), Mitokondrial DNA ve Havva

Müslüman arkadaşlardan rica ediyorum; bu yazıyı iyi okuyun.

İslami sitelerde, gazete ve dergilerde bilimsel gelişmeleri yorumlamaya çalışan arkadaşların konuları nasıl çarptırdıklarına ve aslında bahsettikleri konudan hiç anlamadıklarına bir örnek veriyorum.

Müslüman bir kardeşimiz mitokondrial DNA'nın anneden aktarıldığını duymuş. Mitokondrial DNA'nın izi sürülerek yapılan soyağacı çalışmalarının bizi Havva'ya ulaştıracağını sanmış.
Önce yazının tamamını okuyalım...


HAVVA'NIN MİTOKONDRİYAL DNA'SI
Sizi bir tek benlikten yarattı, sonra ondan da eşini var etti... 39 Zümer Suresi 6

Mikroskobun geliştirilmesi sayesinde hücrenin analiz edilmesi mümkün oldu. Hücrenin iyice analiz edilmesi insan bedeninin daha iyi tanınması demektir. Erkeğin veya dişinin her birinin DNA'larında hem erkeğin, hem dişinin genetik kodu vardır. Bunun anlaşılması Hz. Havva'nın sırf Hz. Adem'in vücudundaki bilgilerle, Hz. İsa'nın sırf Hz. Meryem'in vücudundaki bilgilerle nasıl yaratıldıklarının daha rahat
anlaşılmasını sağlar.

Gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kuran tüm insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını öne sürer. Hücre üzerinde sürdürülen araştırmalarda elde edilen bulgular, kutsal kitapların bu tezini doğrular niteliktedir.


Vücudumuzdaki enerji, hücrelerin içindeki mitokondri denen boyutça küçük, işlevce büyük enerji santrallerinde üretilir. Bu mitokondrilerin, hücrenin çekirdeğinde biraz önce bahsettiğimiz DNA'dan ayrı, özel DNA'ları vardır. Farklı ırklardaki, farklı boylardaki, farklı kıtalardaki insanların hepsi hücrelerinde bahsettiğimiz mitokondriye ve mitokondrilerinde, mitekondriyal DNA'ya sahiptirler. Bu molekülün diğer hücre moleküllerinden farkı sadece ve sadece anne vasıtasıyla yavrusuna geçmesidir. Bahsettiğimiz tüm ayrı ırklardaki ve farklı özelliklerdeki insanların mitekondriyal DNA'larının incelenmesi sonucunda, tüm bu insanların ortak tek bir dişiden doğdukları anlaşılmıştır.


Bu, Kuran'ın tek bir çiftten (tek bir dişiden) yaratıldığımızı söyleyen tezinin bilimsel araştırmalarla doğrulanması demektir. Bu aynı zamanda Kuran'la aynı tezi savunan Tevrat'ın ve İncil'in de bu ortak görüşünün doğrulanması demektir. Bu insanların suni olarak çıkardıkları ırksal ayrımların, ne kadar gereksiz olduğunun, aslında tüm ırkların kardeş olduğunun bilimsel bir delilidir. Hücrenin mikro dünyasındaki bu buluş, dini, bilimi, insanların kardeşliğini savunan, ırkçılığa karşı fikirleri birleştirmektedir.


Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp kaynaşasınız diye sizi ırklara ve boylara ayırdık. Şüphesiz Allah'ın katında sizin en değerliniz, en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır. 49 Hucurat Suresi 13



Şimdi parça parça ele alalım...

Sizi bir tek benlikten yarattı, sonra ondan da eşini var etti. 39 Zümer Suresi 6

Kuran'dan bir alıntı ile başlamış bilime... Önce erkeğin onun kaburgasından da kadının yatatıldığı iddiasına bilimsel bir kılıf arayışı içinde...


Mikroskobun geliştirilmesi sayesinde hücrenin analiz edilmesi mümkün oldu. Hücrenin iyice analiz edilmesi insan bedeninin daha iyi tanınması demektir. Erkeğin veya dişinin her birinin DNA'larında hem erkeğin, hem dişinin genetik kodu vardır.

Mikroskopların en güçlüsü bile bize DNA'daki kod hakkında bilgi vermez. DNA'nın sekans analizi ile mikroskobu karıştırmak çok büyük cehalet ister. Üstelik dişide erkeğin kodu yoktur. Dişide Y kromozomu yoktur...

Bunun anlaşılması Hz. Havva'nın sırf Hz. Adem'in vücudundaki bilgilerle, Hz. İsa'nın sırf Hz. Meryem'in vücudundaki bilgilerle nasıl yaratıldıklarının daha rahat anlaşılmasını sağlar.

Havva'nın, Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığı söylenir. Genetik bilgileri alınıp modifiye edilerek dişi olarak yaratıldığı söylenmez. Meryem'in İsa'yı döllenme olmadan dünyaya getirmesine partenogenez denebilir. Bitkilerde, böceklerde, sürüngenlerde, yumuşakçalarda, kabuklularda ve köpekbalıklarında görülebilir ama doğal yolla memelilerde görülmemiştir. İnsanda partenogenez vakası bildirilmemiştir. Ayrıca Meryem partenogenez ile erkek çocuk doğuramaz. Bu noktada ilahi bir müdahale ile XX kromozom çifti XY şeklinde değiştirilmelidir.

Gerek Tevrat, gerek İncil, gerekse Kuran tüm insanların bir erkek ve bir dişiden
yaratıldığını öne sürer. Hücre üzerinde sürdürülen araştırmalarda elde edilen bulgular, kutsal kitapların bu tezini doğrular niteliktedir.

Bu cümlede "hücre üzerinde sürdürülen araştırmalarda elde edilen bulgular" gibi süslü bir cümle kullanılarak bilimsellik izlenimi verilmeye çalışılmıştır. Hiçbir geçerli bilimsel çalışma Havva ile Adem masalına işaret etmemektedir... Bu yazının hedef kitlesi hücre ne demek bilmediği için "hücre" sözcüğü en ileri bilimsel çalışmaların yapıldığı gizemli kutu gibi gösterilmektedir.

Vücudumuzdaki enerji, hücrelerin içindeki mitokondri denen boyutça küçük, işlevce büyük enerji santrallerinde üretilir. Bu mitokondrilerin, hücrenin
çekirdeğinde biraz önce bahsettiğimiz DNA'dan ayrı, özel DNA'ları vardır.


Mitokondrinin ayrı bir DNA'sı olduğu doğrudur. Endosimbiyotik teoriye göre bir milyar yıl önce ökaryot hücrenin içine giren bir proteobakteri (Riketsia yada yakın bir akrabası) olabilir. http://en.wikipedia.org/wiki/Endosymbiotic_theory


Farklı ırklardaki, farklı boylardaki, farklı kıtalardaki insanların hepsi hücrelerinde bahsettiğimiz mitokondriye ve mitokondrilerinde, mitekondriyal DNA'ya sahiptirler.

Farklı ırklar arasında mitokondrial DNA'ları bakımında farklılıklar görülür, bunun nedeni bu DNA'nın da mutasyonlara açık olması ve evrimleşmesidir.

Bu molekülün diğer hücre moleküllerinden farkı sadece ve sadece anne vasıtasıyla yavrusuna geçmesidir.

Mitokondrilerin sadece ve sadece anneden geçtiği bilgisi yanlıştır. Babadan da geçebildiği gösterilmiştir. Hatta bu durum evrim konusunda ki zaman ve nesil hesaplamalarını yeniden gözden geçirmemize neden olmuştur.

Bahsettiğimiz tüm ayrı ırklardaki ve farklı özelliklerdeki insanların mitekondriyal DNA'larının incelenmesi sonucunda, tüm bu insanların ortak tek bir dişiden doğdukları anlaşılmıştır.

Bu çalışmalara markerlerin yani DNA'daki belli noktaların izlenmesi ile yapılır. Mitokondrial DNA'nın bir noktasında oluşan değişiklik çocuğa geçer, ve o aile artık takip edilebilir. İleri dönemde o markeri taşıyan bir bireyde bir değişiklik daha olduğunda eski ve yeni markerler birlikte takip edilir. Bu sayede göç yolları ve soyağacı çıkartılır.

Burada çok önemli bir nokta şudur... Bu markerler bizim soyumuzu yaratılışcıların beğenmeyeceği atalara bağlıyor. Yani bizim atamız değil dedikleri canlılara... Yani kuzenlerimizle aynı markerleri taşıyoruz ve kuzenlerin bir kısmı ormanda, bir kısmı hayvanat bahçesinde (hayır orada çalışmıyor, kafeste yaşıyor).

Bu, Kuran'ın tek bir çiftten (tek bir dişiden) yaratıldığımızı söyleyen tezinin bilimsel araştırmalarla doğrulanması demektir. Bu aynı zamanda Kuran'la aynı tezi savunan Tevrat'ın ve İncil'in de bu ortak görüşünün doğrulanması demektir.

Yukarıda anlattım ama tekrarlıyayım; kutsal sayılan kitapların tezleri bilimsel çalışmalarla yalanlanıyor.

Bu insanların suni olarak çıkardıkları ırksal ayrımların, ne kadar gereksiz olduğunun, aslında tüm ırkların kardeş olduğunun bilimsel bir delilidir. Hücrenin mikro dünyasındaki bu buluş, dini, bilimi, insanların kardeşliğinisavunan, ırkçılığa karşı fikirleri birleştirmektedir.


Hücre denmiş yine... Neyse... Biz sadece insanların değil tüm canlıların kardeş olduğunu söylüyoruz.

Ayrıca "dini, bilimi, insanların kardeşliğini savunan" denmiş... Dini savunan bilimi savunamaz. Ayrıca kafirleri dost edinmeyin diyen ayetleri yazıya koymayı unutmuş...

Nisa 144 "Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?"

Aynı emri veren yani "kâfirleri dost edinmeyin" diyen daha onlarca ayet var... Nerede kaldı kardeşlik?

Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp kaynaşasınız diye sizi ırklara ve boylara ayırdık. Şüphesiz Allah'ın katında sizin en değerliniz, en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, haberdardır. 49 Hucurat Suresi 13

Başladığı gibi ayetle bitiriyor... İnsanların ırklara ayrılmasının da ilahi bir müdahale olduğunu iddia eden bir ayet...Ama bir nokta var... Tanışıp kaynaşmak güzel de, kaynaşırsak ırk kalmaz...


Yazının kaynağı; http://www.mucizeler.com/bolumler/55_parma...ndakikimlik.htm

Öğrenme ve şartlanma

Öğrenmede şartlanma belirleyicidir. İnsanlar peşinen reddettikleri şeyleri duymaya dahi tahammül edemezler. Bebek yaşta 'Allah kaç?' sorusuna parmağı ile 'bir' diye yanıt verme öğretilmiş, bir iki sözcük söyleyecek kadar konuşacak yaşa geldiğinde sübaneke ezberletilmiş bir insanın içine sokulduğu şartlanma çok derindir.

Sağlıklı düşünebilen birey için bilginin ilk kriterleri tutarlılık ve uyumdur. Bilgiden birilerinin çıkarının olması o bilgiyi geçersiz hale getirmez. Örneğin bu forumda Obsession diye bir belgesel duyurmuştum. Bu belgesel ABD'deki seçim öncesi cuhmuriyetçilerin manevralarından biridir. İslami terör fobisinden oy çıkarma çabasıdır. Ancak belgeselde sunulan bilgi büyük ölçüde doğrudur.

Ateist forumlarında oldukça iltifat gören Zeitgeist filminde ise çok ciddi bilgi hataları ve kaynaksız iddialar vardır. Benzer hata ve çarpıtmaları Aaron Russo'nun "America: Freedom to Fascism" belgeselinde de görüyoruz. Bazıları bu belgesellerdeki yanlış bilgiyi mevcut bilgileriyle çatışmadığı için kolayca kabul ediyorlar. Bazılarıysa bir bit yeniği olduğunu farkedip araştırır, işin aslını öğrenirler.

Olaylarlardan bilgi çıkartabilmek için serinkanlı olmak, 'taraflık/karşıtlık' tuzağına düşmemek gerek. 'for/against' oyununa gelmek insan aklının düştüğü en büyük hatadır. Bilginin kriterleri için tutarlılık ve uyum demiştim, işten insan bu noktada tuzağa düşüyor.

Hali hazırda bilinenle tutarlı ve uyumlu olan bilgiyi doğru saymak hataya yol açar; darkafalılık, bağnazlık budur işte... Bu tip uyum anlayışı ilerleyici (progressive) değil, pekiştirici (consolidative) bir uyumdur. 'Taraflık/karşıtlık' tuzağı insanı pekiştirici (consolidative) uyumları aramaya iter. İlerleyici uyum ise bilgi dağarcığını ucuna ekleme, bilginin sahasını genişletme biçimdedir.

Son paragrafı daha açık bir ifade ile yazayım; bağnazlar ezber tekrar ederler, hür fikirliler bilgi dağarcıklarını genişletirler.

Türkiye'nin kültürel atmosferi ve safsata bağımlılığı

Bülent Bezdüz'ü tanıyor musunuz? Belki de ismini ilk defa duyuyorsunuz. Kendisi Grammy ödülü sahibi ses sanatçımızdır. Müzik eleştirmenleri kendisini öve öve bitiremiyorlar, yere göğe sığdıramıyorlar. Genç yaşında başarıyı yakalamış, Ankara doğumlu, Gazi Üniversitesinden mezun dünya çapında bir sanatçıdır Bülent Bezdüz... Yurtdışında operaları kapalı gişe, ama ülkemizde tanınmaz.

Peki bizim ülkemizde kim tanınır? Bizim ülkemizde Ajdar tanınır.

Tahsin Özgüç diye birini tanıyor musunuz? Feza Gürsey'i tanıyan var mı? Behram Kurşunoğlu kimdir biliyor musunuz?

Hayır bu isimler tanınmaz Türkiye'de... Harun Yahya, Ahmet Maranki gibi isimler tanınır. Gerçek bilimadamları tanınmaz, sonra neden geri kaldık diye dövünülür...

Steve Jones, Peter Atkins, Michael Ruse... Bu isimleri bir kere bile duymayan insanımız Michael Behe'yi çok iyi tanır. Binlerce bilim adamı arasında Michael Behe'yi özel kılan nedir? Bizim halkımız neden sadece onu tanır?

Ben size söyleyeyim neden olduğunu; 20 yıl önce olsa basını suçlayabilirdik, milli eğitim politikamızı suçlayabilirdik... Ama şimdi suçlayamayız, zira Internet var. Şu anda insanların doğru bilgiye ulaşmamalarının tek suçlusu kendileridir.

Michael Behe, Harun Yahya ve Ajdar... Farklı kulvarlarda benzer işler yapan adamlar. İnsanlar ısrarla bunların peşinden gidiyorlar. Doğrunun peşinden koşan çok az...

İnsanlar, bu devirde zevksiz olmayı, seviyesiz olmayı, kendi kendini kandırmayı bilerek ve isteyerek seçiyorlar. Michael Behe'den alıntı yapan bir forum yazarı pekala Wikipedia'dan Michael Behe maddesini okuyabilir. Ama okumaz... Cahil olmayı kendi seçer.

Sanat yerine zırvalara ve bilim yerine saçmalığa alışmış ve artık safsatayı yadsımaz hale gelmiş insanlardan bu dünyaya hayır gelmez. Bu safsata bağımlısı ahmakların bazıları birikimli insan taklidi bile yapar, süslü sözcüklerle konuşur, sizi cahillikle suçlar, saçmalamakla suçlar. Biz de bu insanlara laf anlatmak için zamanımızı harcarız, sinirimizi bozarız. Asıl ahmak kim onu da bilemedim...

Saygılar, sevgiler
Bilgehan