Ölüm bir gerekliliktir. Ölüm canlılık yanılsamasının sona erdiği andır. Ölümü fena bir şey olarak görmemiz bizim yaşama tutunma çabamızın bir sonucudur.
Bu üç tümceyi açalım.
Ölüm bir gerekliliktir.
Ölüm evrimin araçlarından biridir, ölüm olmadan evrimleşemezdik. Kısıtlı kaynaklar için yarışan bireylerden bazıları ölümle yüzleşmek zorundadır. Dünya'nın sonsuz sayıda canlıya sunacak yeri de yoktur, besini de... Kırılma noktası ölümdür. Ölüm olduğu için doğal seçim ortama en iyi şekilde adapte olmamızı sağlar. Kırılgan vücutlarımız, hata yapan DNA kopyalayıcılarımız, kimyasallardan, ışımalardan etkilenen DNA'mız evrimin yürümesini sağlarlar.
Ölüm canlılık yanılsamasının sona erdiği andır.
Canlılık bir yanılsamadır. Kendi metabolizmasına sahip, üreyebilen herşey canlıdır. Bu noktada karbon bazlı yaşamın şovenizmini de yapmanın anlamı yoktur. Yaşam başka formlarda olabilir. Metabolizmanın geri dönüşsüz yıkıma girmesi ölümdür. Yani biyomoleküler etkileşimlerin sekteye uğraması ve metabolizmayı sürdüren etkileşimlerin sonlanması ölüm demektir. Başka bir deyişle; hayat moleküler etkileşimlerin sürmesi, ölüm sekteye uğramasıdır.
Canlıların çoğu canlı olduklarının farkında değildirler, varlık kavramları yoktur, olamaz. Bunu kurgulayacak sistemleri ya hiç yoktur, ya da çok az gelişmiştir. Bir bitki için, bir bakteri için ölüm bir gündem maddesi değildir. Bir nematod için ölüm diye birşey yoktur. Sivrisinek nefesimizdeni karbondioksiti ve oktenolü bilir, kene terimizdeki bütirik asidi bilir. Sıcaktan, soğuktan, çeşitli kimyasallardan ve üzerlerine hızla gelen cisimlerden kaçmayı bilirler. Binlerce sensörü olan robotlar gibidirler.
Kendini korumak için yapılan plansız kaçış emirleri gelişmiş bir beyne sahip insanda bile en dipten gelir ve beynin tüm katmanlarını ezer geçer. Benzer şekilde reptil beynimiz aşık olur, biz de neokorteksimizle ne olduğunu anlamaya çalışırız.
Canlı olduğunu idrak edebilen canlılarıda, bu idraki sağlayan şey cansız moleküllerin etkileşimleridir. Bu noktada consciousness, self-awareness gibi konulara girmek gerekiyor. Biz canlı olduğumuzun farkındayken ölümü bilebiliyoruz. Derin bir uykuda kavramsal olarak ölüm yoktur, canlılığı idrak edecek sistemler işbaşında değilken ölüm bilinemez.
Kendi varlığından haberdar olan hatta aynada kendini tanıyacak kadar benlik bilinci taşıyan hayvanlar vardır. Bu hayvanlar büyük olasılıkla ölüm kavramını da biliyorlar. Kendilerini tanıdıkları gibi diğer bireyleri de tanıyorlar ve ölümü öğrenecek kadar kapasiteleri var. Hayatlarının bir evresinde ölümle karşılaşıyorlar ve öğreniyorlar.
Teorik olarak, canlılığı idrak edebilen bir birey, ölümle yada ölüm kavramı ile karşılaşmadan ölümü biliyor olamaz. Ölüm kesinlikle öğrenilen bir şey.
Ölümü insan zekası gizemli bir hale getiriyor. Zira biz emprik çalışan bir beyne sahibiz, beynimiz istatistiksel veri modellemesi yapar. Deneyimlerimize göre sinir ağını şekillendirir. Ölüm ötesinden hiç bir emprik veri gelmediği için gizem büyür, ölüm belirsizleştikçe hayat daha değerli hale gelir.
Ölümü fena bir şey olarak görmemiz bizim yaşama tutunma çabamızın bir sonucudur.
Doğada iyi, kötü, doğru, yanlış yoktur. Bu kavramlar göreceli ve sentetiktir. Yaşama değer veren biziz. Aslında değer de vermiyoruz, değer verir gibi yapıyoruz. Kendimizi kandırma konusunda son derece ustayız. Kendi yaşamınıza verdiğimiz değerden dolayı empati aracılığıyla başkalarının yaşamlarına değer veriyoruz. Tabi işin içinde sosyal baskıya bağlı korku gibi etkenler de var. Eğer bir birey empati ve sosyal baskıyı kırabiliyorsa katil olabiliyor. Eğer sosyal baskı aksi yönde kuruluyorsa, yani birey yaşama değer vermeyen bir toplumun parçasıysa ölüm ve yaşam arasındaki çizgi iyice belirsizleşiyor.
Çok teorik oldu bu laflar, somutlaştıralım...
Bir sevdiğimiz öldüğünde üzülürüz. Neden? Kim için? Ölen için mi? Aslında kalanlar için üzülürüz. Giden için değişen birşey yoktur. Ölen bizi kaybetmedi, biz onu kaybettik. Yerine koyacak birşeyimiz olmadığı için yas tutuyoruz, yoksa ölen bunun farkında bile değil. Tabi zamansız ölümler, acı çekerek feci ölümler de bizi empati duygumuzdan vurur.
Kendini ve başkalarını öldürecek bir birey nasıl yetiştirilir? Yani askerler, teröristler vs. nasıl yetiştirilir?
Önce yaşam kutsanır, bu bireyler içim yaşam sadece varlık bilinci olarak tanımlanmış olabilir. Yani "yaşam sadece bu değil, varlık ölüm sonrasında sürecek" diye kandırılmış olabilirler. Bu bireyler için başkalarının öldürmek de, kendini öldürmek de kolaylaşır.
Yaşamı kutsallaştırma da diğer bir tarz, başkalarının yaşamlarını kutsallaştırıp özveri mekanizmasını suistimal etmektir. Yani "vatan sağolsun, ama ben öleyim" diyebilen bireyler yetiştirilir. Tabi sevdiklerinin yaşamları devam etsin diye düşman bildiklerinin yaşamlarını sonlardırmak güç değildir bu bireyler için.
Diğer bir etken ise ölümü kaçınılmaz olarak kabullenmedir. Yani "nasıl olsa öleceğim, yaşam sonsuz değil, biraz erken ölmem birşeyi değiştirmez" diye düşünülebilir. Tabi kahramanlık motivasyonu ile aşılanmış adını tarihe yazdırma umudu cismen olmasa da ismen sonsuz yaşam olarak görülebilir.
Ölüm konusunda beni çok düşündüren bir olay da World of Warcraft forumlarında yaşanan ölüm ilan olmuştu.
Biri kardeşinin hesabından foruma girip kardeşinin 'gerçekten' öldüğünü, cenaze törenini yaptıklarını söylüyor... Altındali ileti ise aynen şöyle: "did he drop any good loot?" (İyi ganimet bıraktı mı?/İyi birşeyler düştü mü?)
http://www.joystiq.com/media/2006/11/wow4twiw3.gif
Aslında ilk bakışta çok acımasız ama level 60 bir WOW oyuncusu eğer 'ölümünün bilincinde olarak ölseydi' tam olarak düşürdüğü ganimeti düşünürdü. Eğer kendisiyle konuşulup şaka yapılabilseydi bu "did he drop any good loot?" sorusu da onu kahkahalara boğardı. Ama bu espri onun gıyabında yapılınca acımasız hale geliyor, zira muhattap yas halinde...
Özetle, yaşamı ve ölümü tanımlayan biziz. Çarpık bakış açımızla tanımladığımız yaşam ve ölümü kutsallaştıran ve bunlara olduklarından farklı anlamlar yükleyenler de biziz. Sonsuz olma hayalimizin boş olduğunu hiç göremeyecek olduğumuzu fark etmemiz, bunu kabul etmemiz ve buna göre yaşamamız gerek.
Sevgiler, saygılar
Bilgehan
Biyoloj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Biyoloj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
11 Ekim 2008 Cumartesi
Biyoloji evrimsiz olamaz mı?
"Biyoloji evrimsiz olamaz mı?" şeklinde bir soru sormak ayıptır.
Önce "evrim yalandır" diyeceksin, sonrada canlı bilimi öğreneceksin... Öyle mi?
Biyolojinin adını evrimbilim koysak yeridir. Biyoloji canlıları inceler, canlılar da her an evrimleşir. Canlıyı incelemek demek evrimi gözlemlemek demektir. Canlıların nesini incelersen incele en yakın akrabalarından başlayıp diğer canlılarla karşılaştırmak demektir. Bu benzerlik ve farkların bilimidir biyoloji.
Eğer evrimsiz bir biyoloji istiyorum diyorsan kendi disiplinini kurmak zorundasın. Kendi sözdebilim alemini oluşturman lazım. Kendine arkadaşlar bulman lazım...
Ama bizim aramızda işiniz yok!
Evrimsiz biyoloji olur mu?
"Ben elimdekine bakarım, öncesini düşünmem" dersen olur.
"Dinozordan izole edile proteinden elde edilen DNA kuşun DNA'sına uyuyormuş, bana ne uyarsa uysun" dersen olur.
"Değişik canlıların morfolojik, embriyolojik, fizyolojik ve bunlarında temelinde olan genetik yapıları birbirlerine benziyomuş, bana ne" dersen olur.
"Naylon sindirebilen bakteri çıkmış, Allah dünyadaki naylon kirlilğini azaltmak için yeni yaratmıştır" dersen olur.
"Anatomi incelerim ama homolog organları görmezden gelirim" dersen olur.
"Mikrobiyoloji çalışırım, ama aynı türden bakterilerden bazılarının günler içinde farklı özellikler gösterecek şekilde gelişmesini, o çakallar yoldan çıkmış bakterilerdir diye düşünürüm" dersen olur.
"Antibiyotikler üzerinde çalışırım, ama hedef bakterilerin değişimini göze almam" dersen olur.
"Filogenetik çalışırım ama canlıları kafama göre dizerim, akrabalık da neymiş" dersen olur.
"Aralarında %1 genetik farklılık olan iki canlının birinin Adem'den geldiğini söylerim, diğerinin nerden geldiği beni ilgilendirmez" dersen olur.
"Evrime göre kurulu bir biyoloji dünyası içinde, diğer biyologların bana acıyarak bakmalarına razıyım" dersen olur.
"Evrimi gösteren itiraz edemeyeceğim delillerden Allah'a sığınırım" dersen olur.
"Kafamın basmadığı her konuda, bana çok güzel yada çok kompleks gelen her konuda Allah yaratmış diye kestirip atarım" dersen olur.
Ayrıca;
Harun Yahya'nın yaptığı biyolojiyse olur.
Beyinsiz bir yaratılışcı biyolojiye bir damla katkıda bulunabilirse olur.
Evrimsiz biyoloji çekirdeksiz karpuz ise olur.
Biyoloji üzerine yapılan bilimsel çalışmaların ne kadarı evrimi reddedenler tarafından yapılıyor bir öğrenin gelin.
Eğer bu güç geliyorsa son yıllarda gözünüze çarpan biyolojik çalışmaların sahiplerini bir araştırın.
Önce "evrim yalandır" diyeceksin, sonrada canlı bilimi öğreneceksin... Öyle mi?
Biyolojinin adını evrimbilim koysak yeridir. Biyoloji canlıları inceler, canlılar da her an evrimleşir. Canlıyı incelemek demek evrimi gözlemlemek demektir. Canlıların nesini incelersen incele en yakın akrabalarından başlayıp diğer canlılarla karşılaştırmak demektir. Bu benzerlik ve farkların bilimidir biyoloji.
Eğer evrimsiz bir biyoloji istiyorum diyorsan kendi disiplinini kurmak zorundasın. Kendi sözdebilim alemini oluşturman lazım. Kendine arkadaşlar bulman lazım...
- Dünya'nın öküzün boynuzlarında durduğunu sanan astromon ile evrime inanmayan biyologlar çok iyi anlaşabilirler.
- Psikolojik bozukluğu olan hastaların içine şeytan girdiğine inanan ve hastaların kafalarına çivi çakan doktorla evrime inanmayan biyologlar çok iyi anlaşabilirler.
- Astroloji ile evrimsiz biyoloji kürsüleri ortak çalışma yapabilirler...
- İman gücü ile çalışan motor geliştirmeye çalışan mühendis ile evrimsiz biyologlar yaptıkları arabanın içine oturup niye gitmiyoruz acaba imanımız mı eksik diye beraber kafa patlatabilirler...
Ama bizim aramızda işiniz yok!
Evrimsiz biyoloji olur mu?
"Ben elimdekine bakarım, öncesini düşünmem" dersen olur.
"Dinozordan izole edile proteinden elde edilen DNA kuşun DNA'sına uyuyormuş, bana ne uyarsa uysun" dersen olur.
"Değişik canlıların morfolojik, embriyolojik, fizyolojik ve bunlarında temelinde olan genetik yapıları birbirlerine benziyomuş, bana ne" dersen olur.
"Naylon sindirebilen bakteri çıkmış, Allah dünyadaki naylon kirlilğini azaltmak için yeni yaratmıştır" dersen olur.
"Anatomi incelerim ama homolog organları görmezden gelirim" dersen olur.
"Mikrobiyoloji çalışırım, ama aynı türden bakterilerden bazılarının günler içinde farklı özellikler gösterecek şekilde gelişmesini, o çakallar yoldan çıkmış bakterilerdir diye düşünürüm" dersen olur.
"Antibiyotikler üzerinde çalışırım, ama hedef bakterilerin değişimini göze almam" dersen olur.
"Filogenetik çalışırım ama canlıları kafama göre dizerim, akrabalık da neymiş" dersen olur.
"Aralarında %1 genetik farklılık olan iki canlının birinin Adem'den geldiğini söylerim, diğerinin nerden geldiği beni ilgilendirmez" dersen olur.
"Evrime göre kurulu bir biyoloji dünyası içinde, diğer biyologların bana acıyarak bakmalarına razıyım" dersen olur.
"Evrimi gösteren itiraz edemeyeceğim delillerden Allah'a sığınırım" dersen olur.
"Kafamın basmadığı her konuda, bana çok güzel yada çok kompleks gelen her konuda Allah yaratmış diye kestirip atarım" dersen olur.
Ayrıca;
Harun Yahya'nın yaptığı biyolojiyse olur.
Beyinsiz bir yaratılışcı biyolojiye bir damla katkıda bulunabilirse olur.
Evrimsiz biyoloji çekirdeksiz karpuz ise olur.
Biyoloji üzerine yapılan bilimsel çalışmaların ne kadarı evrimi reddedenler tarafından yapılıyor bir öğrenin gelin.
Eğer bu güç geliyorsa son yıllarda gözünüze çarpan biyolojik çalışmaların sahiplerini bir araştırın.
Biyolojiye karşı uygulanan çifte standart
Size halkın bilimsel yöntemlerle elde edilmiş bilgiyi değerlendirmesindeki çifte standardı bir biyolog gözü ile anlatmak istiyorum.
Ülkemizde büyük bir deprem felaketi yaşadık. Bu depremin ardından jeologlar televizyonlarda depremin nedenlerini anlattılar; aklı başında hiç kimse plaka tektoniği konusuna itiraz etmedi. İnşaat mühendisleri depreme dayanıklı binalar konusunda konuştular; alınacak önlemler, statik hesapları, beton kalitesi konusunda mühendislere kimse itiraz etmedi.
Bu bilim adamları ve mühendisler, bilimsel çalışmaların dünya genelinde kabul görmüş sonuçlarını aktarmaktan başka birşey yapmıyorlardı.
Şimdi düşünün, aynı bilimsel yaklaşımla biyolojik olayları ele aldığımızda karşımıza canlıların evrimine işaret eden deliller görüyoruz ve bu bilgiyi tüm insanlar ile paylaşmak istiyoruz.
Kutsal sayılan kitaplarda, plaka tektoniği ve betonarme yapılarla ilgili bilgimize karşıt ayetler bulunmadığı için kimse sesini çıkarmıyor. Ama evrim dediğimizde, atamız maymun değil Adem deniyor.
Biyologlar diğer bilim adamlarından farklı değildirler. Okulda bizim beynimizi yıkamıyorlar, bilimsel yöntemden başka birşey öğrenmiyoruz. Bilimsel yöntem de sihirli, gizli birşey değil. Bilimadamı olmayan akıl sahibi biri de günlük hayatında problemlerini akılcı bir şekilde çözerken bilimsel düşünceye başvurur.
Bizim bölümde evrime inanmayan ama bunu açıkca dile getirmekten de çekinen sadece bir hoca vardı. Neredeyse 200 kişilik akademik kadro ve sadece bir evrim karşıtı.
Biyoloji bölümlerinde Evrim zorunlu derstir. Diğer derslerde de müfredatın bir parçasıdır. Evrim olmadan biyoloji olmaz, evrimden bahsedilmeden biyoloji anlatılamaz. Evrimin geçerliliği bilim dünyasında tartışılan bir konu değildir.
Evrime inanıyorsanız, müslüman, hristiyan vs. değilsinizdir. Dünya'da pozitif bilimle uğraşanların neredeyse tamamı evrimi kabul eder. Yani bugün pozitif bilimi yürütenlerin hemen hepsi ateist ya da agnostiktirler.
Sözlerime itiraz edeceklere bir önerim var; bana cevap yazmadan önce biyoloji konusunda ne kadar bilgi sahibisiniz iyice bir tartın. Nerede bilimsel yönteme sahip çıkıyor nerede karşı geliyorsunuz tesbit edin. Örneğin bir kimyacının, bir fizikçinin, bir astromonun sözlerine ne derece itiraz ediyorsunuz? Bir biyoloğun sözlerine ne kadar itiraz ediyorsunuz? Lütfen karşılaştırın ve buraya yazın. Tüm dindar arkadaşlardan rica ediyorum, çifte bu standardın nedeni nedir bir anlatın.
Ülkemizde büyük bir deprem felaketi yaşadık. Bu depremin ardından jeologlar televizyonlarda depremin nedenlerini anlattılar; aklı başında hiç kimse plaka tektoniği konusuna itiraz etmedi. İnşaat mühendisleri depreme dayanıklı binalar konusunda konuştular; alınacak önlemler, statik hesapları, beton kalitesi konusunda mühendislere kimse itiraz etmedi.
Bu bilim adamları ve mühendisler, bilimsel çalışmaların dünya genelinde kabul görmüş sonuçlarını aktarmaktan başka birşey yapmıyorlardı.
Şimdi düşünün, aynı bilimsel yaklaşımla biyolojik olayları ele aldığımızda karşımıza canlıların evrimine işaret eden deliller görüyoruz ve bu bilgiyi tüm insanlar ile paylaşmak istiyoruz.
Kutsal sayılan kitaplarda, plaka tektoniği ve betonarme yapılarla ilgili bilgimize karşıt ayetler bulunmadığı için kimse sesini çıkarmıyor. Ama evrim dediğimizde, atamız maymun değil Adem deniyor.
Biyologlar diğer bilim adamlarından farklı değildirler. Okulda bizim beynimizi yıkamıyorlar, bilimsel yöntemden başka birşey öğrenmiyoruz. Bilimsel yöntem de sihirli, gizli birşey değil. Bilimadamı olmayan akıl sahibi biri de günlük hayatında problemlerini akılcı bir şekilde çözerken bilimsel düşünceye başvurur.
Bizim bölümde evrime inanmayan ama bunu açıkca dile getirmekten de çekinen sadece bir hoca vardı. Neredeyse 200 kişilik akademik kadro ve sadece bir evrim karşıtı.
Biyoloji bölümlerinde Evrim zorunlu derstir. Diğer derslerde de müfredatın bir parçasıdır. Evrim olmadan biyoloji olmaz, evrimden bahsedilmeden biyoloji anlatılamaz. Evrimin geçerliliği bilim dünyasında tartışılan bir konu değildir.
Evrime inanıyorsanız, müslüman, hristiyan vs. değilsinizdir. Dünya'da pozitif bilimle uğraşanların neredeyse tamamı evrimi kabul eder. Yani bugün pozitif bilimi yürütenlerin hemen hepsi ateist ya da agnostiktirler.
Sözlerime itiraz edeceklere bir önerim var; bana cevap yazmadan önce biyoloji konusunda ne kadar bilgi sahibisiniz iyice bir tartın. Nerede bilimsel yönteme sahip çıkıyor nerede karşı geliyorsunuz tesbit edin. Örneğin bir kimyacının, bir fizikçinin, bir astromonun sözlerine ne derece itiraz ediyorsunuz? Bir biyoloğun sözlerine ne kadar itiraz ediyorsunuz? Lütfen karşılaştırın ve buraya yazın. Tüm dindar arkadaşlardan rica ediyorum, çifte bu standardın nedeni nedir bir anlatın.
Uygarlığın genlerimizdeki izleri
Son 50.000 yılda insan hayatında çok şey değişti; tarımı icad ettik, çiftlik hayvanları ıslah ettik, beslenmemizde değişiklikler oldu, kalabalık topluluklar halide şehirlerde yaşamaya başladık.
Peki son 50.000 yıl içinde insan popülasyonunda evrim gözlenebiliyor mu? Yanıt; evet.
İnsan genomu üzerinde yapılan çalışmalar 1800 genimizin, yani genomumuzun yaklaşık %7'sinin son 50.000 yıl içinde doğal seçim etkisi altında değiştiği ortaya çıktı.
Bu araştırmaların nasıl yapıldığı konusunda kısa bir bilgi vereyim; ama önce bazı kavramları açıklamak istiyorum.
Genom üzerinde SNP dedimiz tek nokta varyasyonları vardır. Yani bir allelde ACTTCAGC şeklideki dizi başka birinde ACTACAGC şeklindedir. Yani tek bir noktada mutasyon olmuş aynı dizinin çalışan başka bir versiyonu gen havuzuna katılmıştır. Bunlar oluştukları bireyden yavrularına aktarılırlar ve kladistik ilişkileri (evrimsel sınıflandırma) göstermede genetik marker olarak kullanılabilirler. Tabi minisatelitler, VNTR, STR gibi başka genetik markerler da vardır.
Etkisiz bir SNP oluştuğunda Hardy-Weinberg prensibine göre gen havuzunda dağılması beklenir. Farklı kromozomlarda, farklı lokuslardaki SNP'lerin birbirlerinden bağımsız olarak dağılmaları beklenir; ancak böyle olmaz, yani SNP'ler genom üzerinde rastlantısal olarak dağılmazlar. Bunun nedeni de genetik bağlantı (genetik linkage), rekombinasyon oranı, mutasyon oranı, rastlantısal sürüklenmeler ve rastlantısal olmayan çiftleşmedir.
Bu duruma bağlantı dengesizliği (linkage disequilibrium) diyoruz. Bağlantı dengesizliği aynı kromozom üzerinde ya da farklı iki kromozom üzerindeki yer alan iki ya da daha fazla lokustaki allellerin rastlantısal olmayan ilintileridir.
Konuyu açmaya çalışayım; doğal seçim yoluyla frekansı artan bir gen barındırdığı ve linkaj halinde bulunduğu SNP'lerin de frekansını arttırır. Bu sayede genlerin evrimsel geçmişlerini ve doğal seçimin tarih boyunca onlara nasıl davrandığını saptayabiliriz.
California Üniversitesi'nden Robert Moyzis ve arkadaşaları insan genomunda bulunan 1.6 milyon çeşit SNP'nin bağlantı dengesizliği dağılımını çalışmışlar. Genomdaki SNP dağılım şemasına doğal seçim etkisi dışında normal genetik karmayı bozabilecek rastlantısal etkileri araştırmışlar.
En başta verdiğim sonucu tekrarlıyorum;
Bu çalışmanın sonucunda 1800 genimizin, yani genomumuzun yaklaşık %7'sinin son 50.000 yıl içinde doğal seçim etkisi altında değiştiği ortaya çıktı.
New Scientist'e göre bu oran yabani mısır ile bizim ıslah ettiğimiz mısır arasındaki fark kadar. Yani biz mısır kadar kendimizi de ıslah etmişiz.
Bu çalışma protein metabolizması, bağışıklık sistemi ve beyin fonsiyonları ile ilgili genlerin beslenme alışkanlıklarımız, kalabalık şehirlerdeki sağlık şartları ve gelişen sosyal yapımıza uygun olarak doğal seçime uğradığını gösteriyor.
Kaynaklar:
----------------------------
http://www.pnas.org/content/103/1/135.full...74-283f329b8ced
http://www.newscientist.com/channel/being-...-our-genes.html
http://bio.classes.ucsc.edu/bio107/Class%2...5_lecture15.pdf
http://www.as.wvu.edu/~kgarbutt/QuantGen/G...equilibrium.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Rs6313
http://en.wikipedia.org/wiki/Rs6311
http://en.wikipedia.org/wiki/Single_nucleotide_polymorphism
Peki son 50.000 yıl içinde insan popülasyonunda evrim gözlenebiliyor mu? Yanıt; evet.
İnsan genomu üzerinde yapılan çalışmalar 1800 genimizin, yani genomumuzun yaklaşık %7'sinin son 50.000 yıl içinde doğal seçim etkisi altında değiştiği ortaya çıktı.
Bu araştırmaların nasıl yapıldığı konusunda kısa bir bilgi vereyim; ama önce bazı kavramları açıklamak istiyorum.
Genom üzerinde SNP dedimiz tek nokta varyasyonları vardır. Yani bir allelde ACTTCAGC şeklideki dizi başka birinde ACTACAGC şeklindedir. Yani tek bir noktada mutasyon olmuş aynı dizinin çalışan başka bir versiyonu gen havuzuna katılmıştır. Bunlar oluştukları bireyden yavrularına aktarılırlar ve kladistik ilişkileri (evrimsel sınıflandırma) göstermede genetik marker olarak kullanılabilirler. Tabi minisatelitler, VNTR, STR gibi başka genetik markerler da vardır.
Etkisiz bir SNP oluştuğunda Hardy-Weinberg prensibine göre gen havuzunda dağılması beklenir. Farklı kromozomlarda, farklı lokuslardaki SNP'lerin birbirlerinden bağımsız olarak dağılmaları beklenir; ancak böyle olmaz, yani SNP'ler genom üzerinde rastlantısal olarak dağılmazlar. Bunun nedeni de genetik bağlantı (genetik linkage), rekombinasyon oranı, mutasyon oranı, rastlantısal sürüklenmeler ve rastlantısal olmayan çiftleşmedir.
Bu duruma bağlantı dengesizliği (linkage disequilibrium) diyoruz. Bağlantı dengesizliği aynı kromozom üzerinde ya da farklı iki kromozom üzerindeki yer alan iki ya da daha fazla lokustaki allellerin rastlantısal olmayan ilintileridir.
Konuyu açmaya çalışayım; doğal seçim yoluyla frekansı artan bir gen barındırdığı ve linkaj halinde bulunduğu SNP'lerin de frekansını arttırır. Bu sayede genlerin evrimsel geçmişlerini ve doğal seçimin tarih boyunca onlara nasıl davrandığını saptayabiliriz.
California Üniversitesi'nden Robert Moyzis ve arkadaşaları insan genomunda bulunan 1.6 milyon çeşit SNP'nin bağlantı dengesizliği dağılımını çalışmışlar. Genomdaki SNP dağılım şemasına doğal seçim etkisi dışında normal genetik karmayı bozabilecek rastlantısal etkileri araştırmışlar.
En başta verdiğim sonucu tekrarlıyorum;
Bu çalışmanın sonucunda 1800 genimizin, yani genomumuzun yaklaşık %7'sinin son 50.000 yıl içinde doğal seçim etkisi altında değiştiği ortaya çıktı.
New Scientist'e göre bu oran yabani mısır ile bizim ıslah ettiğimiz mısır arasındaki fark kadar. Yani biz mısır kadar kendimizi de ıslah etmişiz.
Bu çalışma protein metabolizması, bağışıklık sistemi ve beyin fonsiyonları ile ilgili genlerin beslenme alışkanlıklarımız, kalabalık şehirlerdeki sağlık şartları ve gelişen sosyal yapımıza uygun olarak doğal seçime uğradığını gösteriyor.
Kaynaklar:
----------------------------
http://www.pnas.org/content/103/1/135.full...74-283f329b8ced
http://www.newscientist.com/channel/being-...-our-genes.html
http://bio.classes.ucsc.edu/bio107/Class%2...5_lecture15.pdf
http://www.as.wvu.edu/~kgarbutt/QuantGen/G...equilibrium.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Rs6313
http://en.wikipedia.org/wiki/Rs6311
http://en.wikipedia.org/wiki/Single_nucleotide_polymorphism
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)