15 Ekim 2009 Perşembe

İnsan Zekasının Evrimi, İletişim, Kültür ve Flynn Etkisi

İnsanın zekası ve uygarlığın bu noktaya gelmesinde iletişimin rolü üzerine birkaç ay önce bir yazı yazmıştım. Bazı noktaları biraz daha genişletip sizinle paylaşmak istedim. Uzunca bir yazı, ayrıca verdiğim bağlantıları da büyük ölçüde takip etmeniz gerekli, bağlantılardaki anlatılanları anlamadan yazı havada kalabilir. Ayrıca bu yazı bazıları için aşırı saldırgan gelebilir; eğer bilimsel düşünceden uzak biriyseniz bu yazının devamını okumayın!


Zekanın Kaynağı: Sinir Sistemi

İnsan zekası; çözümleyici/indirgeyici yöntemlerle problem çözme yeteneği, kavramlarla düşünebilme yeteneği pek çok kişi tarafından bir hayatta kalma stratejisinin ötesinde, tanrısal bir armağan olarak kabul edilir.

Peki, insan zeka kapasitesi olarak diğer hayvanlardan ne kadar farklıdır? Uygarlığın yükselmesi insan zekasına mı yoksa zeka yanında başka etkenlere mi bağlıdır?

Bu noktada Jashua Klein'in kargalar üzerinde yaptığı bir araştırma üzerine TED buluşmasında yaptığı konuşmayı izlemenizi tavsiye ederim [1]. Kargalar gibi pekçok hayvan değişen şartları gözlemleyip yeni stratejiler gelişterebiliyorlar. Karmaşık mekanik problemler çözebilen papağanlar var. Yunusların, orkaların, balinaların ve maymunların da zekaları azımsanmayacak seviyede. Zekanın tanrısal bir armağan olduğunu düşünenler bizden başka diğer hayvanlara da bu armağanın belli miktarlarda verilmiş olduğunu kabul etmeliler.

Modern bilim zekanın tanrısal bir armağan olmadığını gösteriyor. Zekanın kaynağını artık biliyoruz.

Karar Verme Mekanizmaları
İnsan zekası gelişmiş karar verme yetisine dayanır. İnsan beynini anlayabilmek için önce çok basit bir karar verme sistemini düşünelim.

Motil (hareketli) tek hücreliler hücre zarlarındaki proteinler sayesinde içinde bulundukları ortamın kimyasal analizini yaparlar. Yüzey proteinlerinde gelen sinyaller ile başlatılan hareket tek hücreli canlıyı besine yönlendirir, zararlı maddelerden uzaklaştırır.

Bu sistem tıpkı elinizi uzatınca kapanmayan asansör kapısındaki gibi ya da hareket eden bir canlı görünce ışıkları yakan güvenlik sistemindeki gibi çalışır. Karmaşık bir yorumlama işlemi yoktur, sistemin tepki vermesi için bir birikime, bir tecrübeye gereksinimi yoktur, her tepki anlık olarak ortaya koyulur.

Çok hücreli canlılarda ise bazı hücreler ışığa, bazıları kimyasallara duyarlıdır, bunlardan gelen sinyalleri ileten hücreler vardır, ve basit canlılarda bu hücreler vücudun değişik yerlerinde düğümler, yani birbiri ile bağlantılı hücre kümeleri yaparlar. Basit canlılarda duyulara tepki dolaysızdır. Besine yönelme gibi tepkiler kimyasal uyaranların dolaysız etkileridir.

Sinir sisteminde daha ileri bir basamak sürüngenlerde görülür. Sürüngenlerde kafa kısmında korunan organize sinir hücreleri görülür. Bu sinir hücreleri bir ağ oluştururlar ve yine aç/kapa sistemi ile belli uyaranlara belli tepkiler üretirler.

Bizim beynimizde ise ilave bir katman daha vardır, aslında bu katma reptillerde de var, ama biz de çok daha gelişmiş. Beynin kabuk kısmı beynin alttaki kısımlarında oluşan durumları kaydeder. Bizim beynimiz sadece anlık bir karar verme mekanizması değildir, beynimizin kabuk kısmı beyinde oluşan her türlü durumu kaydedetme görevini üstlenir. Başka bir deyişle bir tecrübe biriktiriz ve bu sayede zekiyiz.

Bir böcek hareketlerini aldığı anlık kararla yönlendirir (asansörün elinizi uzatınca kapanmayan kapısı gibi), oysaki biz uyaranları kaydeder ve benzer uyaran geldiğinde önceki kayıtlarla kıyaslarız. Bu sayede daha karmaşık işlerin üstesinden geliriz. Bizim kararlarımız anlık değildir, geçmişi idrak edebildiğimiz için geleceği de daha iyi düşünebiliriz. Biz soğuk bir kış gününde caddede yürürken burnumuza gelen kokunun salep kokusu olduğunu ve muhtemelen bir pastanenin önünden geçtiğimizi tecrübelerimize dayanarak biliriz. Zira daha önce benzer bir durumu yaşamışızdır, sinir sistemimizde benzer bir uyaran seti oluşumuştur ve beynimizin üst katmanına kayıt edilmiştir. Biz uyaranları yorumlar, gruplar, ilişiklendirir ve kaydederiz; benzer uyaran oluştuğunda ilişkili tüm kayıtları bilincimize çağırabiliriz.

Tabi ki bizim de reflekslerimiz var; yani düşünmeden yaptığımız beynimizin alt tabakalarından yönlendirilen davranışlarımız var. Nefes almak, dengemiz sağlamak, vücut sıcaklığını kontrol etmek, yutkunmak gibi daha nice reflekslerimiz var. Fizyolojimizin çoğu bizim irademiz dışında gerçekleşiyor ve bizim müdahale yetimiz çok kısıtlı.

Ancak insandaki zeka pırıltısının kaynağı bu ilkel refleksler değil, zeka beynin üst katmanı olan neokorteksden kaynaklanıyor. Daha önce bahsettiğim gibi bu katman tecrübelerimiz kaydeden katmandır.

İnsanı İnsan Yapan Kültürdür
Konuya başka diğer açıdan yaklaşalım ve insani tecrübelerimiz olmadan davranışlarımız nasıl olurdu ona bakalım; hayvanlar tarafından büyütülen çocuk hikayesini ele alalım.

Türk mitolojisinden Bozkurt Destanı'nı düşünün, kurt tarafından büyütülen bir çocuk... Benzer şekilde Roma mitolojisinde geçen Roma'nın kurucuları Romulus ve Remus da kurttan doğmuşlar ve kurt tarafından büyütülmüşler. İslam yazınından Hay Bin Yekzan'ı düşünün, bir adada insanlardan uzak büyüyen bir çocuk... Ve Amerikan yazınından Tarzan örneklerini düşünün... [2] [3] [4] [5]

Acaba bir insan, hayvanlar tarafından büyütülürse ya da insanlardan izole bir şekilde büyürse, yani insan kültürüne maruz kalmadan büyürse insan düşünüşü ve davranışı sergiler mi? Yani bu hikayelerin az da olsa gerçeklik payı var mı?

2007 yılı Aralık ayı tarihli şu habere bir bakalım [6]. Rusya'da bulunan ve kurtlar tarafından yetiştirildiği düşünülen çocuk hakkında yapılan gözlem şu; "Tipik kurt davranışına ve alışkanlıklarına sahip". Ayrıca çocuğun zeki göründüğü ancak konuşamadığı da belirtiliyor.

Alkolik ailesi tarafından aşırı derecede ihmal edilen ve köpekler tarafından büyütülen Oxana Malaya'nın hikayesi [7] ve 13 yıl boyunca ailesi tarafından tecrit edilen ve sosyal hayattan uzak bir şekilde büyüyen Genie Wiley'in hikayesi de çok acıdır [8]. Genie hakkında bir kitap ve bir belgesel film de var [9][10].

1800 yılında Fransa'da ormanda avcılar tarafından bulunan Victor, vahşi çocuklar konusunda bilimsel literatüre geçen ilk vaka. Victor'un hikayesini bu kitaptan [11] okuyabilirsiniz.

Son iki paragrafta verdiğim kaynaklara mutlaka bir göz atın. Bu zavallı çocukların acı deneyimleri insanların "insanlar arasında" yetiştiklerinde "insan" davranışı gösterdiklerini, eğer insanlardan izole bir şekilde yetişirlerse insan gibi davranmadıklarını açık bir şekilde kanıtlıyor.

Bu çocukların ortak noktaları konuşamamaları ve insan davranışı sergilememeleridir. Yani hayvanlar tarafından yetiştirilen çocuklar insan gibi değil hayvan gibi davranmaktadırlar. Sosyal hayattan tamamen izole bir şekilde büyütülen büyütülen çocuklar da normal insan davranışları göstermemekte ve konuşma güçlüğü çekmektedirler. Çocukluk yaşlarında bir dilin sözdizimini öğrenemeyen bir birey büyüdüğünde sadece tek tek sözcükler ile konuşabilmekte, sözdizim kurallarını öğrenememektedir.

Bu örnekler insan davranışının genlerinde kodlanmış olmadığını, yada "ruhuna" işlenmiş olmadığını açık şekilde kanıtlıyor. Davranışlarımızı sosyal etkileşimlerden ediniyoruz.

Bu bilgiler ışığında insanın "İslam fıtratı" üzerine yaratıldığı iddiasının yalan olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz. İnsan nasıl yetiştiriliyorsa öyle oluyor. Belli ölçüde içgüdüleri ve refleksleri var ama insanları birbirinden ayıran en önemli özellik çevresel faktörler oluyor. Kaynakları kısmında 8 numaralı bağlantıyı inceleyin, Genie'nin beyni normal bir insan beyni gibi gelişememiş.

Sinir Sisteminin Birikimleri ve Algılarımız

Davranışlarımızı etkileyen karar verme mekanizmalarımızın birikime dayalı olarak çalıştığını gördük. Acaba görme, duyma gibi algılarımız da böyle midir? Fizyolojik olarak bir görme kusuru olmayan bir bebeğin gözlerini kapatır, yetişkin olduğunda açarsak görebilir mi? Bu konuda insan üzerinde deney yapmak fazlasıyla vahşi olurdu ancak 3 yaşında geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu sağ gözü ağır zarar gören ve sol gözünün korneası zarar gören ve 40 yıl sonra bir ameliyatla sağlıklı bir göze kavuşan Michael May'in öyküsü bu konuya ışık tutuyor [12] [13] [14]. May'in gözleri yapılan bir operasyonla düzeltilmiş ama beyni gözlerden gelen sinyalleri yorumlayacak birikimden yoksun, bu yüzden May normal bir insan gibi göremiyor.

Görme tamamen yoruma dayalı bir algıdır, doğduğumuz andan itibaren beynimiz gözlerden gelen sinyalleri anlamladırmaya ve kategorize edip arşivlemeye başlıyor. Gözlerimizden gelen sinyaller doğrudan görmemize ve gördüğümüz anlamamıza yardımcı olmuyor, bu sinyaller beyin tarafından işlenip önceki tecrübelerimizde karşılaştırılmadığı sürece gördüğümüz şeye anlam veremiyoruz. Yani daima önyargı ile görüyoruz, bu sayede pekçok göz yanılması (ilüzyon) sinir sistemimizi yanıltabiliyor.

Günlük hayatımızda iyi tanıdığımız bir cismi beklenmedik bir yerde gördüğümüzde ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir hafta kada önce apartmanın girişindeki klimanın üzerine bir komşumun koyduğu yüzücü gözlüğünün ne olduğunu anlamam bir hayli zamanımı aldı. Zira klimanın üzerinde bir yüzücü gözlüğü görmeyi beklemiyordum, onun yeri bana göre orası değildi, oysaki havuz kenarında görsem tanımlamam bir saniye bile sürmezdi.

Bunlardan çıkan sonuç; insan beyni ve algıları mükemmel değiller. Hayatta kalmamıza yardımcı olacak kadar algı ve zekaya sahibiz.

Peki bizim gibi hayatta kalmayı başaran diğer canlılardan, özellikle bizim kadar olmasa da belli derecelerde zeka gösteren canlılardan ne farkımız var?

Bizim farkımız iletişim yeteneğimizin ileri derecede gelişmiş olması. Beynimizdeki soyutlama çok ileri boyutlarda ve bunu iletişimimizde de kullanıyoruz.

Sosyal Hayat, Görme, Soyut Düşünce ve Zeka İlişkisi
Biz ağaç dallarında yaşarken beynimiz ve gözlerimiz önemli değişiklikler yaşadı. Sevgili Sexy Huri'nin paylaştığı ve çevirisi üzerinde çalıştığımız bir belgeselden bir kısmı aktarmak istiyorum. Çevirisi tamamlandığında bu belgeseli sizinle de paylaşacağız.

Gözlerimiz zamanla kafamızın ön kısmına geldi ve bu bize 3 boyutlu yani derinliği daha iyi kavrayan bir görüş sağladı. Bizim gözlerimizin konumu ile bir tavşanınkini karşılaştırın; tavşanın gözleri kafanın iki yanındadır ve bu ona çok geniş bir görme alanı sağlar. Ancak iki gözün aynı anda görebildiği alan çok dardır. Bu yüzden derinlik algısı zok düşüktür.

Oysa ki gözlerin kafanın ön tarafına gelmiş olması iki gözün aynı anda gördüğü alanı genişletir ve derinlik algısını arttırır. Bu algı hayatı dallarda geçen, daldan dala atlayan bir canlı için çok önemlidir. Fakat bir dezavantajı vardır; görme alanınız dar olduğu için avcıları göremezsiniz. Arkanızdan yaklaşan bir avcıdan haberdar olmak için birlikte yaşadığınız kabile bireylerine muhtaç olursunuz. Yani bireyler birbirlerine yırtıcıyı haber verecekler ve yem olmaktan kurtulacaklardır.

Kabile hayatı başlı başına iletişimi arttıran, gerekli kılan bir yaşam tarzıdır. Canlılar sosyalleştikçe oldukça karmaşık iletişim teknikleri geliştirirler. Biz karşımızdaki bireyin hareketlerinden, özellikle yüz hareketlerinden anlam çıkarmayı öğrenmeliydik, bu sayede hem görme algımız gelişti, hem de yüz kaslarımız ve bu kaslara olan hakimiyetimiz gelişti, zira yüzümüze verdiğimiz şekil ile kendimizi ifade etmemiz de önemliydi.

Yüz ifadeleri her ne kadar doğal gibi gelselerde aslında soyutturlar, yani sevinç, üzüntü, kızgınlık bildiren yüz ifadeleri soyut mesajlar taşırlar. Başarılı bir bireyin bunları doğru olarak okuması ve yorumlaması beklenir. Bu durum sesler içinde geçerlidir.

Bizim bu soyutlama yeteneğimiz ile dallarda yaşamanın bir gereği olan el becerimiz birleştiğinde soyutlamada ileri aşamalara geldik. Bu konuya daha sonra değinmek istiyorum, önce soyutlanmış bilginin aktarımı konusunu ele alalım.

Biz çocuklarımıza bu soyutlanmış bilgileri aktarmak zorundaydık, bu bilgileri çabucak öğrenen yavrular hayatta kaldılar, iletişim yeteneği kıt olanlar elendiler. İletişim konusunda sesleri, işaretleri, yüz ve vücut hareketlerini kullanmakta en başarılı olanlar hayatta kalmayı başardılar. Sesli iletişim gelişimini konuşmaya kadar sürdürdü. Soyut kavramlarla düşünme yeteneğimiz, şekillere anlam verme becerimiz önce resimlerle sonra bu resimlerin de soyutlaştırılmış halleri olan harflerle iletişebilmemizi sağladı. Bu noktada ellerimizin yazıp çizecek kadar gelişmiş olması bize büyük avantaj sağladı. Dalları kavramak için evrimleşen ellerimiz resim çizmemize yazı yazmamıza yardımcı oldular.

Sözlü iletişimden yazılı iletişime geçişimiz çok uzun sürdü, yaygınlaşması ancak son yüzyılda gerçekleşti. İnsanlar en büyük icatlarından biri olan yazıyı yaygınlaştırmayı bir türlü başaramadılar ve yazı doğrunun yayılması için değil, hurafelerin yayılması için kullanıldı. Matbaayı icad edip İncil bastık örneğin. 2009 yılında hala bizim insanımızın çoğunun evindeki tek kitap Kuran'dır.

Yazılı iletişiminin en büyük avantajı kuşaklar arası engeli kaldırmasıdır, yani uzun süre sadece aynı dönemde birbirlerine yakın yaşayan insanlar arasında aktarılırken yazı kuşaklar arası bilgi aktarımını mümkün kıldı. Bu insanoğlunun birikiminin katlanarak artmasını sağladı.

Bizi insan yapan şey kültürümüz, ve bu kültürü, bu uygarlığı iletişim yeteneğimiz sayesinde geliştirdik.

Şimdi düşünün; iki, üç nesil önce Afrika'da yırtıcılardan kaçan, modern dünyadan habersiz bir kabileden çıkan bir çocuk modern bir ülkede eğitim aldığında ataları yüzlerce nesildir şehirde yaşamış bir çocuktan geri kalmıyor. Afrika ülkeleri, Hindistan vs. ülkelerden çıkan başarılı bilimadamlarını düşünün.

İnsan Zekasının Sınırı
Yazının en acı kısmına gelelim; beyin vücudumuzun en pahalı organlarından biridir. Çok büyük bir enerji tüketimi vardır, korunması çok önemli, ayrıca faydalarının yanı sıra büyük zararları da vardır. İnsan beyin gelişimi konusunda bir hayli ileri gitmiş durumda ama bu gelişmişlik hem biyolojik hem sosyolojik pek çok dezavantajı beraberinde getiriyor. İnsanın zeki olmasının kendisine ve çevresine verdiği zararları bir düşünün, ben burada saymayacağım.

Acı kısım demiştim, alıştıra alıştıra söyleyeyim. Biyolojik sistemler kendilerine gereksiz yük olacak organları geliştirmezler. Yani gereğinden fazla gelişmiş, fayda sağlamaktan öteye gereksiz enerji harcayan bir organ doğal seçimle elenir ve tarihe karışır.

Bundan 35.000 yıl önce yaşayan bir çocuğu bugünün eğitimini versek o da bizim kadar başarılı olurdu. Yani zeka olarak bizden geri değildi. Yani evrimsel sürecimiz de beynimiz gereksinimlerimize göre şekillendi ve daha ileriye gitmedi. Yani avcılardan kaçıp, sağdan soldan yiyecek toplayan ve avlanan insanın zekası ne ise bizimkisi de o. Daha zeki değiliz.

Modern insanın daha başarılı olmasının tek sebebi zamanla biriktirdiği bilgi üzerine kurduğu uygarlıktır. Bu uygarlık çocuklarımızı daha iyi beslememizi sağladı, onlara daha iyi eğitim vermemizi sağladı. Vahşi doğada hayat mücadelesi veren bir bireyden çok daha farklı bir bilgi setine sahibiz, beynimiz aynı ama bilgilerimiz ve buna bağlı olarak düşüncelerimiz, ve dolayısıyla hayata bakışımız farklı.

Flynn Etkisi
Flynn Etkisi diye bilinen bir olgudan bahseyim; gelişmekte olan ülkelerde aralıklı olarak yapılan IQ testlerinde ortalama zekanın ülkenin gelişme hızına oranla arttığı görülüyor. Yani ülke geliştikçe, eğitim iyileştikçe, çocuklar daha iyi beslendikçe zeka artıyor. Gelişmiş ülkelerde ise artış daha yavaş, hatta durma noktasına gelmiş. Bazı Avrupa ülkelerinde artık artış görülmüyor. Yani eğitim ve beslenme öyle bir seviyeye gelmişki artık çocuklar bir önceki nesle göre daha zeki olmuyorlar. Bu insan zekasının sınırlarına ulaştıklarını gösteriyor. [15][16][17]

Buradan çıkarılacak birkaç sonuç var, öncelikle geri kalmış ülkelerin durumunu ele alalım; açlıkla mücadele eden, savaşlar, hastalıklar içinde kıvranan ülkelerin zeki bir nesil çıkarması çok güç görünüyor. Zira beslenme ve eğitim kalitesini yükseltmeleri çok güç, dolayısıyla daha zeki nesiller yetiştirmeleri zor. Tıpkı gelişmiş silahları ve gemileri ilk icad edenlerin koloniciliğe başlayıp dünyayı sömürmesi gibi refaha ulaşıp beslenme ve eğitim kalitelerini arttıran ülkelerin çocukları diğerlerinden daha zeki oluyorlar. Bu daha ileri, daha sofistike bir sömürge sistemi anlamına gelebilir. Geri kalmış ülkeler daha uzun süre gelişmiş ülkelerin ucuz işgücü ve hammadde gereksinimleri için sömürülebilirler.

İkinci önemli sonuç ise eğitimi geliştirip, iletişimi arttırıp, bilgiyi daha kaliteli ve ulaşılabilir hale getirip insanın zihinsel kapasitesini daha iyi kullanmamız gerekliliğidir. Belli bir noktadan sonra insan daha zeki hale gelemeyecektir. Bu nedenle iki yönde çalışmalara hız verilmelidir; bunlardan biri kollektif zekadır, ki bunu daha önce ölümsüzlük başlığı altında anlatmıştım, diğeri de yapay zekadır. Biz yeterince zeki değilsek bizden zeki olan bir şeyi yapmak zorundayız, bizden daha çok şeyi bilen, bizden hada hızlı düşünen bir makina yapmak zorundayız. Yoksa bazılarının tapındığı insan zekası bize bir yerden sonra yetmeyecek.

Üçüncü nokta ise bana göre Flynn etkisinin en önemli açılımı, ve çok önemli sorulara yanıt veriyor. İnsan, uzaya çıkacak, DNA'yı çözecek zekayı nereden buldu? Ağaç dallarından laboratuvarlara nasıl uzandık? Evrimsel süreç içinde böyle teknolojileri geliştirebilme potansiyeline sahip bireylerin seçilmesi nasıl sağlandı?

Aslında konuya hakim biri, ya da yazıyı baştan sona okuyup anlamış olan biri bu sorulara çok rahat yanıt verir, ama ben yine de açıklayayım.

Bizim beynimiz eğitim ve beslenme kalitemizin çok düşük olduğu bir dönemde evrimleşti. Yani beyin kapasite olarak o dönemdeki gereksinimin çok üzerinde gelişti. Neden mi? Çünkü o dönemde en yüzeysel eğitimle en yüksek anlama kapasitesine sahip olmak önemliydi. Aile ve kabile bireylerini en çabuk ve en iyi şekilde anlayıp, kendisine aktarılanı en çabuk öğrenen bireyler daha başarılı oldu. Ama kendileri de pek de zeki olmayan öğretmenler olan kabile üyeleri, bir bireyin hayatta kalması için gerekli bilgileri öğretirken bilinçli ve sistematik bir yol izlemiyorlardı, o kötü eğitim şartlarında hayatın kurallarını en çabuk "kapan" daha başarılı oldu. Yetersiz ve düzensiz bir eğitim sürecinde en çabuk öğrenenler en yüksek beyin kapasitesine sahip olanlardı.

Bugün o kapasiteyi düzenli ve bilimsel bir eğitimle en üst seviyelerde kullanabiliyoruz. İnsanlığın asırlar boyunca biriktirdiği bilgiyi çocuklarımıza bir kaç yıl içinde verebiliyoruz. Çocuklarımızı çok iyi besliyoruz, hatta hamile kadınlar bile gebelikleri ve emzirme dönemleri sırasında beslenmelerine dikkat ediyorlar. Böylece biyolojik sistem mümkün olan en yüksek verimde çalışıyor. Ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde "yeni nesil pek akıllı" lafını duyuyoruz. İşte bu lafın bilimsel adı "Flynn etkisi"dir.

Flynn Etkisi ve Dinler
Tanrı kavramını icad ettiğimiz dönemlerde insan zekası bugünün çocukları seviyesinde idi, bilgi birikimi ise bugünün çocuklarından bile düşüktü. Tanrı kavramı yanıtsız sorulara bir "yama" olarak gelişti; insanın çaresizliğine, acizliğine ve acılarına bir teselli oldu.

Dinler ise bu yalandan yanıtların daha organize halleriydi. İnsan zekası bugünkü seviyesinde olmadığı için sistematik yolla bilgi edinme yoluna gidilmedi, körü körüne iman tercih edildi. Dinler zamanla toplumsal kontrol mekanizmalarına dönüşüp, insanlığın başına büyük birer bela oldular.

Bugün bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolay... İnsanlığın binlerce yıllık birikimine ulaşmak saniyeler alıyor. Yeterli beyin kapasitesine sahip herkes bu birikime ulaşıp düşüncelerini buna göre şekillendiriyor, olumsuz genetik faktörlerin üzerine bir de yetersiz beslenip, iyi eğitim alamayanlar ise taş devrinin, bronz çağının efsanelerini gerçek sanıyorlar.

Flynn Etkisine göre zeka ilerlemesinin durduğu, yani zeka potansiyelinin en ileri seviyede kullanıldığı İsveç'te tanrıya inananların toplam nüfusa oranı %23, Norveç'te %32 civarında ve azalma gösterirken, geri kalmış ülkemiz Türkiye'de tanrıya inananların toplam nüfusa oranı %95 seviyesinde. Diğer gelişmiş ülkelerle aramızdaki farklar da benzer şekilde ürkütücü. Ayrıca ülkemizdeki inananlar, inanmayanlara karşı hoşgörü göstermiyorlar.

Tanrı inancı ve dindarlık, yetersiz beslenmenin yaygın olduğu, eğitim kalitesinin düşük olduğu toplumlarda daha yaygındır. Zekası gerektiği gibi gelişememiş ve temel eğitimden yoksun bireylerin bu yalandan kurtulma şansları yok gibidir. Bu forumda da bu tip bireylerin örneklerine rastlıyoruz. Türkiye eğitim kalitesi olarak her yıl gerilemektedir, insanlarımızın en temel bilimsel bilgilerden yoksundur. Türkiye geri dönüşü olmayan bir çöküşün eşiğindedir. Bunu engellemek için aklı başında her bireyin üzerine düşen görev toplumu bilgilendirmektir. Cehalete karşı savaşımızı her türlü dirence, tehdide, zorluğa rağmen bıkmadan, yılmadan sürdürmeliyiz.

Sevgiler, saygılar
Bilgehan


Yazı konusunda eleştirilerinizi bilimsel bir anlatımla sunmanızı, itiraz ettiğiniz noktaların net olarak belirtmenizi ve yanıt verirken konu dışına çıkmamanızı rica ediyorum.

-----------------------------------

Kaynaklar:
[1] http://www.ted.com/index.php/talks/joshua_klein_on_the_intelligence_of_crows.html
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Asena
[3] http://en.wikipedia.org/wiki/Romulus_and_Remus
[4] http://en.wikipedia.org/wiki/Hayy_ibn_Yaqdhan
[5] http://en.wikipedia.org/wiki/Tarzan
[6] http://www.dailymail.co.uk/news/article-503736/Werewolf-boy--snarls-bites--run-police-escaping-Moscow-clinic.html
[7] http://www.mymultiplesclerosis.co.uk/misc/feral-children.html
[8] http://www.mymultiplesclerosis.co.uk/misc/wild-child.html
[9] http://www.amazon.co.uk/exec/obidos/ASIN/0060924659/multipscleroa-21
[10] http://www.amazon.co.uk/NOVA-Secret-Wild-Child-REGION/dp/B000JJ5F8E/ref=pd_sbs_b_6
[11] http://www.amazon.co.uk/Forbidden-Experiment-Story-Wild-Aveyron/dp/1568360487/ref=pd_sbs_b_4
[12] http://discovermagazine.com/2002/jun/featsight
[13] http://abcnews.go.com/GMA/Books/Story?id=3642802&page=1
[14] http://www.youtube.com/watch?v=1sayrYYk7gA&feature=related
[15] http://en.wikipedia.org/wiki/Flynn_effect
[16] http://en.wikipedia.org/wiki/IQ_and_the_Wealth_of_Nations
[17] http://en.wikipedia.org/wiki/Health_and_intelligence

6 yorum:

  1. Muhtesem bir calisma. Tesekkur ederim.

    YanıtlaSil
  2. yorumların ve tanrı ile bilgilerin tamamiyle yanlış. allah insanoğlunun yaptığı eylemlere müdahale etmez öyle bir şey olsaydı peygamberler öldürülmez yaralanmaz yada taşlanmazdı.tanrının müdahalesi dediğin şey tanrının bilmesidir. bir insanın elinde tabanca varsa ister peygamber olsun ister başka bir canlı tetiği beynine sıktımı o insan ölür.tanrı insanın işlediği fiillerin sadece yaratıcısıdır. peygamberlerini gönderme nedeni de bir hastanın nasıl iyileşmek için doktor ve ilaca ihtiyacı varsa bozulan yozlaşan toplumlarında kötu giden gidişatı durdurmak için önderlere o devirlerdede peygamberlere ihtiyacı vardı. eski çağlarda mezopotomyada insanlar erkek çocuklarını 3 yaşına gelmeden en büyük oğlunu kurban olarak keserlerdi.tanrı peygamberleri vasıtasıyla koç gönderdi ve çocuklarda kurtuldu.kuranı okuyup anlamadan dinler tarihini okumadan toplumsal gelişmeleri incelemeden hadis bilfisi olmadan yapacağın tüm yorumlar böyle saçma olur.lütfen okuyun.

    YanıtlaSil
  3. Muhteşem bir yazı, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  4. Emeğin için teşekkürler Bilgehan. Ciddi anlamda emek verilen bir yazı olmuş. Ama bu konuda sana katılmadığım nokta şu: Zeka kavramını sadece "beynin işlemleri daha hızlı yapabilmesi" olarak anlamamalıyız. Bu, Türkçe dil alışkanlıklarımızdan gelen bir yanılgı olur. Zeka (intelligence) "total olarak" beyni daha etkili kullanabilme yeteneğidir. Yazıda senin de bahsettiğin gibi, insanoğlu olayları diğer canlılardan daha iyi ilişkilendirebildiği, daha çok deneyim edinebildiği için diğer canlılardan daha zekidir denir. Bu başlı başına daha zeki olmanın göstergelerinden biridir zaten. Özetle zeka kavramını sadece daha gelişmiş bir korteks ya da daha hızlı sinaptik bağlantılara indirgemek çok doğru olmaz. Bu yüzden konunun anafikrine katılmıyorum. İstersen bu konuda daha uzun sohbet edebiliriz.

    YanıtlaSil
  5. yazi icin tesekkurler. gunumuzde zeka turlere ayriliyor artik muzik zekasi, matematik zekasi vs gibi. son paragrafindaki bir genellemedir ve istisnalari var. bir ornek vereyim: okuldayken yurtta beraber kaldigim oda arkadasim hayatim boyunca gordugum en zeki insanlardan biriydi. ama gel gor ki beyni yikanmisti. mezun olduktan sonra basvurdugu amerika universitelerinin tamamindan kabul aldi ama gitmedi, abileri burda kalmayi daha hayirli bulduklari icin :)

    demem o ki, son derece zeki ve egitimli insanlar bile kolayca kandirilabiliyorlar.

    tum bu medeniyet ve uygarligi birgun tamamen kaybetsek bile asla ve asla birakilmamasi gereken sey, herseyi ama herseyi sorgulamaktir. bu elimizdeki en buyuk silahtir. hicbirseye sorgulamadan kor gibi inanmamali bir insan. dogru diye bilinen bazi bilimsel gercekler bile zaman zaman curutulebiliyor yine bilim tarafindan. bilimsel dusunce sekli isin kilit noktasidir.

    YanıtlaSil
  6. "islam fıtratı" üzerine bir noktaya eleştiri getirmişsiniz. islam fıtratının, kişinin sosyal bir ortamdan izole edilmiş olsa dahi büyüme çağında ve ya belli bir bilince erişinceye kadar, yaşadığı ortamda kendisine tıpa tıp benzeyen başka bir insan olmasa dahi o fıtrata sahip olması gerektiği üzerinden hareket ediyorsunuz. evt insan o fıtrat üzerine doğar ama o fıtratın hayat bulduğu bir sosyal çevre zorunludur, bu bir genin fonksiyon kazanması ve işlevsel hale gelmesi gibidir..tanrı insanı sosyal bir varlık olarak yartmıştır, o fıtratın açığa çıkması ve ya çıkmaması bir sosyal ortamı gerekli kılıyor. onu etkileyen onu biçimlendiren, düşünme yapısını değiştiren, onu körelten, onu geliştiren, içinde bulunduğu sosyal yapıdır. bu yüzden olayı bağlamından kopararak izole edilmiş bir çevrede yaşayan bir insandan islam fıtratını aramak mantıklı gelmiyor, çünkü tanrı insanı tekil ve asosyal bir varlık olarak tanımlamıyor.. islamın en geniş manada dikkat çektiği fıtrat bizim evrensel anlamda kabul ettiğimiz insani olmanın gereklilikleridir. aklı on plana alan, düşünmeyi sevk eden, karşılaştırma yapıp iyi ve kötüyü ayırt etme konusunda doğru olanın yanında yer alamayı tembihler. -tabi bu tür özellikleri islam toplumunda göremiyorsunuz oda ayrı bir konu- ama bunların yerine kötü olanı tercih eden, bencil, çıkarını düşünen, insanlıktan uzak, beynini kullanmıyan, kul köle olan, biatcı bir şekilde yetişen insanların olmıyacakları anlamına gelmez. çünkü kendisine verilen irade ile seçim yapma, özgürce karar alma ve hayatını o şeklide biçimlendirme iradesine sahiptir. tabi bu içseldir. ona dışsal müdahele yapacak, onu düzenleyecek olsan sosyal hiyerarjinin yaptırımları, evrensel değerler ve ya insanın medenileşme ölçüsüdür. yoksa islam bir insanı tamamen biçimlendiren bir kurallar silsilesi değildir, insana sahip olduğu donanımları en doğru şekilde kullanmayı ve hayatına çevresine o donanımları en doğru şekilde kullanarak yaşamasını öğütler.

    YanıtlaSil