3 Mart 2010 Çarşamba

Evrim sürecinde çok değişen ve az değişen canlılar

Forumdan bir arkadaşımız özel ileti gönderip iki soru sormuş. Bu başlıkta bu sorulara yanıt vermeye çalışacağım.
Aklıma gelen sorular gelince mesala kertenkele timsah vb gibi canlılar nasıl oluyoda gunumuze kadar gelebiliyoken onlarla aynı zamanda dunyada olan canlılar bu gune gelemiyobu bana cok mantıksız geliyo ikinci aklıma takılan su 2 tane xcanlısı olsun biri mutosyona ugruyo varsayalım ve xx olusuyo ama aynı anda x canlısı nasıl mutosyona ugramıyo vaktiniz olursa cevap verirsniz sevinirim. Saygılar

Bu sorulara adaptasyon ve ekolojik niş kavramlarını anlatarak yanıt verebiliriz.

Niş canlının ekosistemde üstlendiği görevdir, canlının ekosistemdeki yeridir. Bir canlının diğer tüm canlılar ve cansız ögelerle yani ekosistemin tümü ile etkileşimi canlının nişidir. Kaba bir benzetme ile niş canlının işidir diyebiliriz.

Durumu basite indirgersek zebranın "işinin" iki önemli parçası ot yemek ve aslana yem olmaktır.


Adaptasyon uyum demektir. Bir canlı hayatta kalabilmek için çevresindeki canlı, cansız tüm ögelere uyum göstermelidir. Bu uyum %100 olmak zorunda değildir, uyum belli bir aralığı ifade eder.

Bir kaç uyum örneği verelim...

Dallara tutunarak yaşayan bir canlıyı, bizim gibi bir primat olan Tarsieri ele alalım... Bu canlı ellerini böcek yakalayıp yemek için de kullanıyor.


Tarsier

Bu canlının parmakları dalları kavrayacak kadar uzun ve güçlü olmalıdır. Çok uzun parmaklar canlının yaşadığı ince dalları kavrayamaz, büyük gelir. Çok kısa parmaklar ise dala tutunmasına yetmez... Ayrıca böcekle beslendiği ve böceklerin ortalama bir boyutu olduğu için elleri yediği böcek boyutuna da uygun olmalı.

Temsili resimlerle inceleyelim...


Resimler temsili tarsier elleridir. Acele ile özensiz çizdim, kusura bakmayın.


Popülasyonda varyasyon vardır. Yani her bir özelliğin azı, çoğu, kısası uzunu, büyüğü küçüğü vardır. Enzimlerin daha aktif, daha tembeli vardır.

Bir tarsier popülasyonunda çeşitli parmak uzunlukları vardır. Parmakları diğer bireylerden biraz daha uzun ya da biraz daha kısa bireyler vardır.

Bir bireyin parmakları dalları kavrayacak kadar uzun olmazsa o bireyin üreme başarısı düşer, optimal parmak uzunluğuna sahip bireyler kadar başarılı olamaz ve kısa parmaklılığa neden olan genler gen havuzunda azalır.

Benzer şekilde parmaklar çok uzunsa bireyin yaşamını sürdürmesi güçleşir. Birey ellerini gereken beceri ile kullanamaz, gerektiği gibi tutunamaz, avlanamaz. Parmaklarınızın yirmişer cm olduğunu düşünün... Hayatınız nasıl olurdu?! Bir de tarsier gibi yaşamı ellerine bağlı, en temel aleti elleri olan bir canlının çok uzun parmaklı olduğunu düşünün... Bu canlı ölür, genlerini aktaramaz.

Doğal seçim bu şekilde çalışıyor...

Canlıların tüm özellikleri nişlerine göre, yaşadıkları çevreye göre belli bir aralık dahilinde olmalıdır. Gözlerin, kulağın, çenenin, dişlerin, pençelerin, parmakların, kuyruğun vs. boyutu optimal ölçülerden aşırı uzun ya da aşırı kısa olamaz.




Derimizin rengini düşün... (Apartmanlarda yaşadığımız bugünü değil, çıplak gezdiğimiz 60.000-70.000 yıl öncesini düşün.)

Güneşin dik vurduğu, UVB fotonlarının tehlike oluşturduğu Afrika gibi bir bölgede ten renginin koyu olması insanın hayatta kalmasına yardımcı olur.

Güneşe daha az maruz kalınan, bu azlık yüzünden de güneş ışığının vitamin sentezine yardımından mahrum kalınabilecek bir bölgede ise koyu tenli olmak derttir. Melanin derimizi bir perde gibi örter ve güneşin bedenimize nüfus etmesine engel olur. Bu Afrika gibi yerlerde istenilen bir şeydir, zira tenin koyu bile olsa güneş ışınlarının bir kısmı melanin perdesini geçer ve vitamin sentezine yardımcı olur. Kuzeyin karlı buzlu ikliminde ise rengi biraz daha açık bireyler avantajlıdırlar.

Şimdi Hindistan ya da Arabistan gibi yerleri düşünelim... Bu bölgeler Kuzeyin buzulları kadar güneşsiz, Afrika kadar güneşli değildir.

Bu bölgelerde ten rengi ne çok koyu ne çok açık olmalıdır... Bu bölgelere uyum bir popülasyonda ortalamanın çok üstünde açık renge sahip bireylerin ve ortalamanın çok üstünde koyu renge sahip bireylerin üreme başarıları optimal değerlere sahip olanlara göre düşüktür.

Yani bir Hintlide çok açık ten rengini kodlayan genler varsa o genler onun başına beladır. Teni güneşte hemen yanar, çilt kanseri olur.Çok koyu tenli ise vitamin eksikliği yaşar.

Afrika'da da durum benzerdir. Aşırı derecede koyu olamazsınız... Koyuluğun belli bir tonu olmalıdır, bu da çevresel sartlara, bu örnekte güneşten gelen ışınlara bağlıdır.

Kuzeyin insanları da tamamen melaninsiz yaşayamazlar... Güneş az da olsa var... Perde az da olsa kapalı olmalı yoksa güneş yakar ve kanser eder. (Kanser eden şey UV ışınları)

Yani ten rengi hep belli bir aralık içinde kalmak zorundadır. Işıklanım aynı olduğu sürece seçim kriteri aynıdır. Afrika'da yaşayan ve güneş altında bol bol zaman geçiren bir popülasyonda ten rengi daha açığa doğru kaymaz. Doğal seçimin baskısı ten renginin belli aralıkta tutulmasını gerektirir.


Afrikalı albino bebek

Bu resimde görülen albino bebek güneşe maruz kaldıkça cildi daha hızlı yıpranacak ve ne yazık ki sonunda aşağıda görülen çocuk gibi olacak...


Sadece dışarıdan görebildiğimiz özellikler değil, çıplak gözle göremedimiz özellikler de çevresel şartların belirlediği aralıklarda olmalıdır.

Vücudumuzda reaksiyonları yürüten enzimlerin cevval olmaları beklenir... Yani işlerini hızlı ve verimli çalışmaları beklenir.

Ancak şu örneği düşünün...

Enzimler hücre içinde ya da doku aralığında ya da özel vücut boşluklarında çalışırlar (mide, bağırsak örneğin)

Bir hücre içinde çalışan iki enzimi ele alalım; X ve Y enzimleri. Enzimler genelde hücrenin sıvısı içinde yüzerler ve substratlarına denk gelirlerse reaksiyon katalizlerler.

A, B ve C maddeleri var. A ve B substratlar... Yani enzimler bunları reaksiyona sokacaklar... Daha doğrusu bunların girecekleri reaksiyonu katalizleyecekler.

X enzimi A + B ---> D reaksiyonunu,
Y enzimi A + C ---> E reaksiyonunu katalize ediyorlar...


Yani her ikisi de A maddesini kullanıyor, fakat farklı substratları ile farklı ürünler (D ve E) üretiyorlar.

Yani X enzimi ve Y enzimi A maddesi için rekabet halinde, yarış halindediler.

Diyelim ki bir mutasyon sonucu X enzimi daha cevval oldu... Çok hızlı çalışıyor...

Bu durumda ürün dengesi bozulacaktır... Çok fazla D çok az E üretilecektir. Zira X enzimi Y enzimine göre daha hızlı şekilde A maddesi yakalıyor...

E ürününün eksikliği ve D ürününün fazlalığı metabolizmanın değişmesi demek... Bu organizma için istenmeyen sonuçlar doğurabilir.

Ben sadece iki enzim örnek verdim ama binlerce enzim her an substrat için yarışırlar... Bunların arasında bir denge olmalıdır. Bu denge sabit bir nokta değil belli bir aralıktır.

Binlerlerce enzimin bazıları kaskad halinde çalışır... Yani biri iş yapar, onun ürününü başka enzim alır, başka ürüne çevirir, o ürün de başka bir enzim tarafından başka ürüne çevrilir... Aslına bakacak olursak enzimatik reaksiyonların çoğu böyledir.

Zincirin başında hızlanma olması ara ürün yığılmasına neden olabilir. Zincirin ortalarında hızlanma ise zincirin tamamının hızına etki etmeyebilir...

yavaş hızlı yavaş
A>>>
>B>>>>C>>>>>>D

B'den C üretimi hızlı bile olsa, C'den D üretimi yavaş olduğu için reaksiyonun tamamı (A>>>D) yavaş yürür...

----

Tüm bunların neden anlatıyorum... Olay şudur; bir çevre şartına, bir yaşam biçimine, belli bir besin grubuna yani bir nişe uyum göstermiş, adapte olmuş bir popülasyonda tüm özellikler belli aralıklarda olur.


Peki bu popülasyonu başka bir yere taşırsak ne olur?


Örnek; Kutup ayısı çölde* ne yapar?

Hayır, talihsiz bedevilere bulaşamaz, zira ölür.

Kutup ayılarını bir anda kutuptan toplayıp Sahra çölüne bıraksak hepsi ölür.

Ama yavaş yavaş her yıl 0.1°C'lik artışla adım adım getirsek, yavaş yavaş ekvatora çeksek, üstelik etraflarında bol av bulsalar, bol bol üreseler, binlerce nesil geçse, Sahra çölüne kadar gelebilirler...

Ama geldiklerinde boyları yaban köpeği kadar olur... Renkleri beyaz olmaz. Sararır, bozarır, kahverengileşir... Bu arada tek bir bireyin hayatından bahsetmiyoruz, binlerce nesil diyoruz...

Boylarının neden yaban köpeği kadar olur siz düşünün, yanıt veren olmazsa yazarım.

Tabi bu yazdıklarım tamamen kurgusal... Doğal halde olan akımların hangi coğrafyaya gideceği ve nasıl bir evrim geçireceği tam bilinemez. Tahmin edilir, ama kesinlik arzetmez. Ancak evrenin fiziksel kuralları var. Bir tonluk ayı sıcakta yaşayamaz. Daha doğrusu pretadör olarak yaşayamaz... Otçul felan olsa, başka şekiller olabilir... Ya da su canlısı olsa yine değişik durumlar ortaya çıkar. Ama kesin olan birşey var Sahra çölünde bir tonluk predatör yaşayamaz.


* Çöl tanımına göre kutuplar çöldür. Bir arazinin kuraklığına göre çöl sayılır ve kutuplar kuraktır. Çöl sözcüğü halk dilinde Sahara, Gobi gibi çöller için kullanılır ama kutuplar da en az oralar kadar çöldür. Çöl olmanın kumlu olmaya ilgisi yok...

---

Şimdi olayı bağlayalım;

Köpekbalıkları...



Bunlar onbin nesil, yüzbin nesil önce nerede yaşıyordı... Okyanusta
Bugün nerdeler... Okyanustalar...

Ne yiyorlardı... Balık
Bugün... Benzer bir menü... Yine balık... Arada denk getirirlerse bizi de yiyorlar.

Bunların hayatında ne değişti... Hemen hemen hiçbir şey...

E o zaman bunların nişleri değişmemiş... Yani her bir özellikleri yüzbin nesil önce hangi aralıklarda bulunması gerekiyorsa hala o aralıklar geçerli...

Yani köpekbalıklarının adapte olmak zorunda oldukları, uyum göstermek zorunda oldukları yeni bir ortam yok...

Üzerlerinde çok büyük predatör baskısı yok... Bunların keyifleri paşada yok... Bunlar niye değişsin ki?

Tabi ki köpekbalıkları da değişiyorlar ama onların bağlı olmak zorunda oldukları aralıklar binlerce yıldır fazlaca değişmedi. Yaşam tarzları, nişleri, habitatları fazlaca değişmedi... Bu yüzden tüm özellikleri belli aralıklarda bulunmaya devam ediyor.

Peki mutasyon olmuyor mu bunlarda? Oluyor... Mutasyon olmaması için canlıyı dondurman felan gerek... Ya da yakman... Ne bileyim... Karadeliğe atman mutasyonları durduracaktır...

Ama mutasyon sonucu ortaya çok ekstrem bir özellik çıkarsa o birey "nişini" yerine getiremiyor. Optimalden en ufak sapma bile dezavantaj...

Bu yüzden bunlar onbinlerce yıldır aynı düzen devam ediyorlar.

---


Bazı türler vardır; tam acıların çocuğu... Bunların başına gelmedik kalmaz... Belayı da kendileri ararlar. Mesela biz.... Otursana paşam Afrikan'da! Ormana takıl işte... Dallarda, ormanın kanopisinde yaşa... Meyve ye, arasıra böcük börtü ye... Keyfine bak...

Ama öyle olmuyor işte... Bir popülasyonun keyfi çakır oldu mu, yiyecek bol, predatör baskısı az, iklim dengeli oldu mu bunlar deli gibi ürerler... Herşey bol ama yer dar, dünya sonsuz değil... Orman sonsuz değil... Ormanın sınırına dayandın mı ver elini savana... Kaptır savanadan çöldesin... Çölü geçtim, deniz gördüm, kıyıdan kıyıdan gittim, ilerde soldan döndüm derken feleğin çarkından geçersin...

Bi kere angut angut oturan kuzenlerin gibi yürüyemezsin... Enerji açısından şempanze benzeri yürüyüş çok verimsizdir... Şempanze ile yarışsak, uzun mesafede nal toplatırız. Zaten bizim enerji metabolizmamızda da çok küçük farklar var. Daha önce bahsetmiştim, bizde tam 6 kopya aquaporin geni var... Duplike ola ola artmış... Aynı genden altı tanesi birden farklı allellerde exprese ediyorlar... Bu aquaporin proteinleri sentezlendikten sonra gidip hücre zarına otururlar ve su alışverişini sağlarlar. Elektrolitleri geçirmeden su pompalayabildikleri için hücrenin elektrokimyasal potansiyelinin daha dengeli olmasını sağlarlar. Metabolizma daha hızlı ve verimli çalışır. Bu da bizi daha enerjik yapıyor... Biz yolların adamıyız... Maratoncuyuz. Niye... Atalarımız kıçlarını kırıp oturamamışlar da ondan... Fellik fellik gezmiş garibanlar...

Atalarımız gezerken yanlarına beslenme çantası ile orman meyvelerinden almayı akıl edememişler... O yüzden değişik ortamların, değişik iklimlerin besinlerini yemişler. Bunları yiyip yaşayabilen yaşamış, yaşayamayan genlerini havuzdan çıkarıp gitmiş tahtalı köye...

Beslenmenin değişmesi, avlanmanın artması demek daha verimli alet kullanma demek... Alet kullanmanın artması bizi insan yapan en önemli faktörlerden.

Atalarımızı gittikleri yerde yırtıcılar "ulan bunlar tam akıllanınca şehirler felan kurup yaşam alanlarımızı işgal edecekler, hem de bizi yakalayıp kendi ataları maymunlar gibi kafese kapatacaklar, ele güne rezil olacaz" diye sobeleyip durmuşlar. Bizim atalardan kimisi yırtıcılara yem olmuş, kalan sağlar biziz işte...

Görüldüğü üzere insan türünün nişi çok değişmiş... Ormanın kanopisinde meyve yiyen bir tür kendini savanlara atmış, hızını alamamış tüm dünyayı dolaşmış... Hayatında herşey değişmiş, yediği değişmiş, onu yiyenler değişmiş, yattığı yer değişmiş, iklim değişmiş.... Yavaş yavaş değişen bu şartlara uyum gösteremeyenler ölmüş.

Bizim kadar, hatta bizden bile yaygın birkaç canlı daha var...

Bazı sıçan türleri örneğin... Ama en güzel örnek hamamböcekleri...

Bizdeki inat, sabır, sebat aynen bunlarda da var...

Ama bunların bir avantajı var... Bunlar böcek... Bizim parmağımız kadar bile değiller.

Biz bir seferde bir yavru yaparız, bunlar binlercesini yaparlar... Biz yavru yapmak için 15 yıllık bir gelişme süresini bekleriz, hamamböceklerinin yumurtadan ergine gelişim süreleri 3 aydır. Bize göre çok çok daha hızlı ürerler. Durum böyle olunca hamamböcekleri çok yüksek evrim hızına sahip oluyor.

Bazıları derler ki "Bak onyüzbinmilyon yıllık hamamböcüsü, evrimleşmemiş!"

Bunlara 4000 sopa vurmak lazım... Ulan kazma... Hamamböceğinin 4000 türü var, nerde evrimleşmemiş...


Balinasından, zürafasından, filinden tutut, faresine yarasasına kadar tüm memelilerin 5400 türü vardır. Hamamböceklerinin 4000 türü vardır... Bu kadar türleşmiş, bu kadar çeşitlenmiş oldukları halde "evrimleşmemişler" şeklinde sallama bir yorum yapmak cehaletin ötesindedir.

---

Şimdi sorulara bu bilgiler doğrultusunda yanıt verelim...

kertenkele timsah vb gibi canlılar nasıl oluyoda gunumuze kadar gelebiliyoken onlarla aynı zamanda dunyada olan canlılar bu gune gelemiyo
Sanırım sorulmak istenen şu; sürüngenlerin bir kısmının nesli tükenmiş, örneğin dinozorlar yok artık... Ama timsah, kertenkele "hala" var... Nasıl oluyor?

Öncelikle... 65 milyon yıl önce dinozorların nesli tükenmeye başladığında bugün bildimiz anlamda timsah ve kertenkele yoktu... Benzerleri vardı ama bugünküler ile birebir aynı değildiler. Bugün bildiğimiz canlıların hiç biri o dönemde yoktu, ataları vardı ve şimdi hallerinden farklı idiler. Dinozorların nesli tükenirken bazı sürüngenler hayatta kaldılar ve bunlar evrimleşmeye devam ederek bugünkü sürüngenleri oluşturdular.

Peki o bazı sürüngenler neden yok olmadı? Zira dinozorlar kadar büyük değillerdi...

Şöyle düşünün; kertenkele büyüklüğünde bir sürüngen böcekle beslenir. Kocaman T-Rex böcekle beslenemez. T-Rex başka büyük dinozorları yer. Küçük şeyleri avlayamaz, avlamakla da uğraşmaz çünkü verimli değildir. Günümüzde fare avlayan aslan yok değil mi? Dişinin kovuğu doldurmaz.

Peki dünyaya bir göktaşı düşer ve ekosistem sarsılırsa, bitki örtüsü azalırsa, bunları yiyen otobur dinozorlar açlıktan ölürse T-Rex diğer etoburlar ne yiyecek? Yiyemeyecekler, ölecekler..

Peki böcekle beslenenler ne yaparlar... Böcek miktarı azalsa bile sıfıra inmemiştir, ortalıkta hala onlara yetecek kadar besin vardır. Bu yüzden büyük dinozorlar kadar etkilenmezler.

Bugün bir felaket olsa, göktaşı felan düşse en son öleceklerden bazıları böceklerdir. Yemeden içmeden haftalarca yaşar bunlar... 65 milyon yıl önceki göktaşı felaketinde tüm besin yok olmamıştır, böcekler için hala besin vardır. Hatta açlıktan ölen dinozorlar bunlara yem olmuştur. Bunları avlayanlar da bu sayede yiyecek bulabilmiştir.

Benzer şekilde nehirlerde yaşayan ve balık ile beslenenler de hayatta kalma şansı bulmuşlar. Hayatta kalan sürüngenler oldukları gibi bugüne gelmediler... 65 milyon yılda onlar da değişim geçirdiler. Tabi bazıları çok, bazıları az değişti.

65 milyon yıl önce memelilerin (bizim atamız da bunlara dahil) boyutları fare ile sincap arasında idi. Üzerlerinde çok büyük predatör baskısı vardı. Dinozorların neslinin tükenmesi onlara yeni kapılar açtı.

Bir hipoteze göre bizim atamız, primatların ilkel formları böceklerle beslenmek için ağaçlara tırmanmaya başladılar. Kavrama yeteneğine sahip eller o dönemde evrimleşmeye başladı.

Biz fare gibi birşeydik... (Atamız "maymun" değil diyenler bunu hiç duymasınlar...) Dinozorlardan saklanıyorduk, dinozorlar gidince sahne bize kaldı.Timsahın ataları bugün ne yapıyorlarsa o gün de aşağı yukarı aynısını yapıyorlar, benzer ortamlarda yaşıyorlardı. O yüzden fazlaca değişmediler. Ama hiç değişmediler denilemez.

Yaşam şartları fazlaca değişmeyen Crocodilia takımından canlıların bizim kadar değişmemiş olmalarının nedeni bizim kadar niş değiştirmemiş olmalarıdır. Niş değişmeyince doğal seçim kriterleri de değişmiyor. Tüm özellikler belli aralıklarda seyrediyor.


2 tane xcanlısı olsun biri mutosyona ugruyo varsayalım ve xx olusuyo ama aynı anda x canlısı nasıl mutosyona ugramıyo
Yok öyle birşey... Daha önce dediğim gibi; mutasyon olmaması gibi bir olasılık yok...

Mutasyon çok çeşitli nedenlerden dolayı olur. DNA zinciri aşırı sağlam bir molekül değildir. Hücrenin içinde doğal olarak bulunan kimyasallardan, beslenme ile alınan maddelerden, ışıktan etkilenir ve mutasyona uğrar. Ayrıca DNA'yı kopyalayan enzimler %100 hatasız kopyalar çıkarmazlar. Bakterilerdeki enzimler milyonda bir, memelilerdeki milyarda bir hata yapar... Hata oranı düşük gibi görünüyor ama bizim DNA'mız 3.2 milyar baz çifti içerir... Yani her hücre bölünmesinde ortalama 3-4 hata olur. Eşey hücreleri oluşurken de, yani sperm ve yumurta oluşurken de bu hatalar olur. Yani mutasyon olmaması diye bir durum yok.

Her mutasyon ölümcüldür diye yanlış bir bilgi vardır...

Şunu bir düşünün...

Bizde bir gen var... Bu genin aynısı inek ve papatyada da var. Hemen hemen aynı işi yapıyor bu gen...

İnsan, inek ve papatyada da gayet sağlıklı çalışıyor. Ama genin harf harf okursan insan ile inek arasında 5 noktada insan ile papatya arasında 12 noktada fark var. Demek ki tek bir değişiklik ile işlevsellik kaybolmuyor.

Bazı mutasyonlar öldürücüdür... Hatta öyle mutasyonlar vardır ki canlı zigottan öteye gidemez bile... Döllenme olur, zigot bölünemez bile.

Bazı mutasyonlar DNA'nın kullanılmayan yerine denk gelir. Hiç bir etkisi olmaz.

Bazı mutasyonlar DNA'da değişikli yapar ama kodlanan protein değişmez, zira aynı aminoasite denk gelen kodon oluşmuştur.

Bazı mutasyonlar kodlanan proteinin aktivitesini iyi ya da kötü yönde çok az değiştirir. Bazıları çok iyi ya da çok kötü yapabilir.

Yani illa kötü bir durum olacak diyemeyiz.

---

Mutasyonlar popülasyon içinde çeşitliliğe yol açarlar.

Bu çeşit çeşit canlıların kimisi yaşadığı ortamda daha başarılı olur. Kimisi başarısız olur. Başarısız olanların daha az yavrusu olur, belki de hiç olmaz...

Doğal seçimim kriterleri değişmiyorsa canlının tüm özellikleri mevcut ortam için optimal seviyede olmalıdır. Belli aralıkta çeşitliklik daima bulunur. Yaşamı kötü etkileyecek aşırı uçlar elenir.

Umarım yanıtlar yeterli olmuştur. Kısa tutmak için ayrıntıya girmedim, açmamı istediğiniz nokta varsa belirtin.

Sevgiler, saygılar
Bilgehan

8 yorum:

  1. Teşekkürler Bilgehanbengi.
    Çok güzel bir yazı hazırlamışsın. Zevkle okudum.
    Üslubunu, Dawkins'e benzettim. Sonra üzerinde biraz düşündükten sonra Dawkins'in üslübunu seninkine benzettim.
    Şöyle ki; Dawkins'in son kitabında (Yeryüzündeki En Büyük Gösteri-Evrimin Kanıtları), kitabın yaklaşık olarak yarısı temel kavramları açıklamak üzere yazılmış. Tabi ki çok anlaşılır bir sebep yüzünden...
    Ama benzerlik sadece bu değil, dili kullanma üslubuda da benzerlik var. Samimi, sade bir dil.
    Hele ki son kitabında,
    "Yorgun bir günün sonundaysanız veya saat ilerlemişse kitaba yarın devam etmek iyi bir fikir olabilir" gibi bir cümlesi benim gülme krizine girmeme yetmiştir (Abarttım :))
    Tıpkı senin hamamböceklerinin türleriyle ilgili yazdıkların gibi.

    Sonuç olarak çok beğendim, çok teşekkür ederim bu yazın için.
    Bir de son olarak kutup ayılarının sıcak bölgede küçülmesinin sebebini düşünün demişsin.

    Düşümdüm :), lise biyolojisi görenler bile hatırlayacaklardır. (Sayısallar için çünkü bu konular lise 3 veya 4'de anlatılıyor.)

    İngilizce bilmediğim için tam anlamıyla kontrol edemedim ama sanırım şurada anlatılmış :);
    http://en.wikipedia.org/wiki/Allen's_rule

    Sevgiler, Saygılar
    CasTRo

    YanıtlaSil
  2. Castro, nesini beğendin bu üslubun anlamadım. Resmen evrime inanmayana "öküz" diyor. Bu mu üslup?

    Ben evrim kadar yobaz bir din görmedim. Diğer dinlerde başka dinlere karşı hiç olmazsa birazcık hoşgörü var. Ama evrim dini kendisine inanmayana "öküz", "cahil" ağzına ne gelirse söylüyor.

    Evrim dininin Abiyogenez mezhebi özü itibariyle şunu söyler: Kainatta gördüğümüz bu harikulade düzenin bir tanrı tarafından yaratıldığını görmedik. Bunu test etme şansımız da yok. Öyleyse tanrı yoktur, herşey kendi kendine tesadüfler zinciriyle oluşmuştur.

    Evrim dininin tanrısı tesadüflerdir yani. Sonra da tutar buna bilim derler. Nesi bilim bunun? Laboratuarda bir canlının tesadüfen varolduğunu isbat ettiniz de bizim haberimiz mi olmadı? Hayret bişey!

    Canlıyı geçtim, fizik, kimya ve biyolojideki "düzen"i ifade eden formüllerin-kavramların-işlevlerin sayısı kadar zarı bir çuvala doldurun, sonra da bir masasının üstüne çıkıp yere boşaltın, zarların hepsi 6 gelirse isbat ettiğinize inanıcam. Yoksa bırakın sallayıp durmayı...

    YanıtlaSil
  3. @fizikci;

    Temel evrim tanımından ve doğal seçilimden bihaber olduğunuz için. Size bunları oturup tek tek açıklamayacağım/açıklayamacağız. Zaten zilyon tane forumda, sitede, kitapta, dergide, videoda, sunumda, konferansda bunlar tekrar tekrar anlatılan şeyler.
    (bkz. tesadüf, zarların altı gelmesi, evrimin din olması, evrimin test edilebilirliği, evrim ispatı)

    Bu konuda dediğim gibi tonla açıklama var. Bunları okumadan, bilmeden, anlamadan gelip burada ağzınızdan salyalar akıtarak bağırmanız sizi "adam haklı" yerine "cahil" yapar.

    Kendi pisliğinizde boğulmanız dileği ile...

    CasTRo

    YanıtlaSil
  4. Temel evrim tanımından ve doğal seleksiyondan habersiz olduğumu nerden biliyorsun? Vahiy mi geliyor sana?

    Ağzımdan salyalar akıtarak bağırıyor muyum? Kuduz köpek falan gibi bir şey mi? Yahu bunu yapan bizzat sensin, kendi çirkin davranışınla beni suçluyorsun.

    Sana cevap yazarken bastığım tuşlara yazık...

    YanıtlaSil
  5. Saldırganlık ("kendi pisliğinde boğul kuduz köpek" demek), fanatizm cehaletten beslenir. Fanatik; kendi karanlık odasının içinde anahtar deliğinden dışarıya bakan şizofrene benzer. Dışarıdaki herkesi kendisine tuzak kurmaya çalışan düşmanlar gibi görür.

    Bu agresif, fanatik ateistler de inanan (veya evrime inanmayan) insanı düşman olarak görüyor. Ona öküz demekte, türlü türlü hezeyanlarla saldırmakta beis görmüyor. HAlbuki bırakın isteyen dilediğine inansın, dilediğini de reddetsin. Sanane, banane yani.. Ama yok illa onlar gibi inanacaksın, aksi halde bir pislikte boğulmanı arzu ederler.

    Başta da demiştim ya: "Ben evrim kadar yobaz bir din görmedim". Castro bunu isbatlamak için uğraşıyor sanki...

    YanıtlaSil
  6. Evrim ile doğal şartlara uyum sağlama arasındaki farkı belirtmeden,hepsini "evrim" adı altında belirtmek çarpıtmadır değilmidir?
    Kavramları çorbalama yapmak değilmidir?

    Verilen örneğinizdeki kutup ayısı,çöllere inebilir,küçülebilir vs ama bu demek degildir ki çekirgeden hipopotama dönüşebilir.

    ----------
    Kutup Ayısı - Ursus Maritimus

    wikipedia ;Kutup ayıları,rakun ve ayı familyalarının 30 milyon yıl önce ayrıldıkları sanılmaktadır.(sanmaya devam.)
    Yaklaşık olarak 13 milyon yıl önce Andean ayısı (Tremarctos ornatus)
    6 farklı ayı türü ise 6 milyon yıl önce ortaya çıkmıştır.(yani ayıdan ayı türemiş)
    DNA araştırmasına göre kutup ayısı yaklaşık 200 bin yıl önce boz ayıdan türedi.(solucandan türeseydi bir nebze..)
    Fosillere göre öğütücü dişleri 10 ila 20 bin yıl önce boz ayılardan farklılaştı.(evet,farklılaşmış,doğrudur.)
    -----------
    Belirttiğim gibi,alıntılar wikipedia dan.(ki bu site de tamamiyle evrim teorisi destekli,subjektif bir sitedir.)

    Hımm,şimdi düşünelim,acıktı aşşağı indi, yukarı çıktı,sıcaktı derisi esmerleşti,soğuktu yüzey alanı küçüldü....evet tamam,peki
    bu durumlardan nasıl genel olarak "tek hücreliden tüm canlılık oluştu" neticesini çıkartıyorsunuz? Bu çarpıtma değilmidir?
    Değilse açıklamanızı okumak isterim.

    Genel olarak enzimlerin işleyişinden bahsetmişsiniz.
    Çok güzel,peki bu enzimlerin işleyiş mekanızmasındaki yazılım bilgisini veren yapı nasıl oluştu?
    Basite indirgersek,"Ali topu tut" diye bir emrimiz olsun,bu emir nasıl oluştu? Yoksa ali topu tutamaya tutamaya bir gün
    tutmayı mı öğrendi? Diyelim öğrendi (ki aslında diyemeyiz ya) peki bu bilgiyi kayıt etmeyi nereden öğrendi?
    Diyelim bunuda öğrendi,bu bilgiyi nasıl çoğalttı?Çoğlatı,diğer nesillere aktarmayı nasıl öğrendi? ......soruları arttırablirim,durun,cevabınız "ee ama milyonlarca yıllık süreç sonucu gelişen olaylar neticesinde..."
    Ne uzun yıllarmış ki,anlat anlat bitirilemedi.

    Uzun lafın kısası,evrim vardır,ama sizin bahsettiğiniz türden değil.Evrim (başkalaşma diyebiliriz),Afrikalı insanların esmer tenli,
    daha soğuk bölgelerin açık tenli olması(bu örneğe değindiğiniz için yineliyorum) ve bunun doğaya uyum sağlamak amacıyla zaten genlerde kodlanmış bilgiden gelen emirlerle
    ortaya çıkmasıdır.Var olanın,şartlarla kendiliğini yenilemesi,uyum sağlamasıdır.


    Bazı konuları anlatmak için milyonlarca yıl geriye gitmişsiniz.Bu kadar rahat anlatmanız,bana sanki o zamanları görmüşsünüz
    izlenimi verdi.Dinozorlardan bahsetmişsiniz.Kendilerinden ve davranışlarından,sanki evinizde birer adet beslemiş gibi anlatmışsınız.Diyeceksiniz ki,tabiki
    bunlar mümkün değil,bilim adamlarının açıkladıklarından yola çıkıyorum,hımm,doğrudur.Size şöyle bir soru sorayım,triceratops dediğimde bir çağrışım yaptımı?
    Yapmamış olma ihtimaline karşı belirteyim,hani şu gergedan gibi boynuzlu olan dinozor,filimlerde sıkça rastlarız.Şimdi şu
    bağlantıyı bir okumanızı öneririm; http://www.cbsnews.com/8301-501465_162-20012471-501465.html

    Görüldüğü gibi,bu dinozorun hiç varolmamış ihtimali varmış....Hımm,ee napalım şimdi? Bunun düşüncesini size bırakıyorum.

    Son olarak,insan dna sı ile fare,domuz,maymun.. birbirine çok benziyor,demek ki aynı atadan geldik?!? düşüncesi,bir diğer savlar kadar
    basitlenmiş ve dürüst olmayan bir durum,kaldı ki bir anlamda da bakış açısı.Siz belki buradaki benzerlikten aynı ataya gidiyorsunuz.ben ise
    %0,00001 fark bile olsa,insan ile fare arasındaki canlılık farkındaki kudreti görüyorum.

    YanıtlaSil
  7. Her yazınız aydınlatıcı ve bir çok hikmet içeriyor. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  8. Sayın son derece bilgisiz AKIN, öncelikle evrim teori değil olgudur. Çekirgeden hipopotama kadar giden süreçte ne tür dallanmalar olmuştur bilmek ister misiniz?

    Öncelikle çekirge ve hipopotamların son ortak atası kambriyen dönemde ayrılmıştır. Bunu nasıl izah edebilirim bilmiyorum ama her ikisinin de atası böcek türüne daha çok benziyordu. Çünkü tüm canlıların ortak atası olan tek hücreli bir canlı vardı.

    Mesele, evrim kuramının "düz bir hat üzerinde çekirgeden suyagırına dönüşmüş ara türlere sahip hayvan nesilleri iddia ettiğini" sanmanız.

    Çekirgelerin de dahil olduğu böcek familyası kambriyen sularında evrimleşmiş dev atalardan gelir. Karalara ilk ayak basanlar bu familyadır. Bu dönemde omurgalıların da atası olan canlılardan PİKAIA yaşamıştır. Ama balıkların karaya uyumu çok daha geç bir dönemde olmuştur.

    Evet tüm canlılık tek hücreli bir canlıdan türemiştir. Karşıt iddianızı sunmadığınız gibi neye dayanarak canlılığın tek hücrelilikten oluşmadığını söylüyorsunuz??? Bununla ilgili ilahi kudret dışında bir bilimsel anti teziniz varsa merakla bekliyoruz.

    Gobi çölü dinozor fosili kaynıyor. Dahası günümüzde torunları olan kuşlar hala hayatta. Triceratops'un varolmama ihtimali diğerlerinin varolma ihtimali yanında çok küçük kalıyor. Tüm dinozor familyasının yokluğunu kanıtladığını sanmak için çok zayıf bir malzeme bu.

    Eğer canlılarda ortak yapılar varsa bu canlıların ortak atadan geldiğini gösterir. Bunun için somut kanıtlar ve sınanabilir veriler vardır.

    Bunun karşıt iddiası da sınanabilmelidir. Bu türlerin bir yaratıcı tarafından aynı malzeme kullanılarak yapılmış olması bilimsel bir iddia değildir.

    YanıtlaSil